Dört buçukta kalkması gereken uçak saat dokuzda iptal edildiğinde oturduğum salondan dışarıda 100 km hızla esen ve bir ağacı gözümün önünde yerinden söküp havalandıran o muhteşem görüntünün yaratıcısı fırtınaya çıktım. Böylece hem New York erken gelen baharı kapatıyor hem de giderken beni hiç bekletmeyerek yarattığı imtiyazı geri alıyordu. JFK Havaalanı'nda yaşadığım üçüncü çok büyük maceraydı bu. Kabul etmeli ki daha öncekiler bununla kıyaslandığında daha beter şeylerdi. Birisinde müthiş bir kar kıyametinin ortasına, kaza geçirmiş bir uçaktan, üstümde hiçbir şey olmayarak çıkmıştım. İkincisinde Amerika tarihinin en büyük elektrik kesintilerinden birisine maruz kalmış, büyük sıkıntı çekmiştim.
24 saati bulan bir maceranın sonunda uçağın tekerlekleri yerden kesildiğinde pazartesi günkü yazımda dile getirdiğim "yapan ve inşa eden Amerika" meselesi üstünde düşünüyordum. Teknoloji ve kapitalizm üreten, onun gerektirdiği toplum odaklı siyasal rejimi kuran, özgürlükçü Amerika son döneminde altyapı yetersizliği yaşıyor. Şaşırtıcı ama gerçek. JFK Havaalanı dünyanın en eski, dökülen, yetersiz limanlarından birisi. Türkiye'deki herhangi bir havaalanıyla mukayese edilmesi mümkün değil.
Amerika'da yaşarken ziyaretime gelen kardeşim Yavuz iki konuda hayretini gizleyememişti. Birincisi yollar asfalt değil betondu ve delik deşikti. Köstebek yuvasından beterdi. Koca Amerika bunu halledemiyor muydu? İkincisi, sokaklar akşamları zindan gibi karanlıktı. Belki New York'un, San Francisco'nun, Los Angeles'ın ana bulvarları aydınlıktı ama kasabalarda göz gözü görmüyordu. İkimize de Kars'taki çocukluğumuzda gördüğümüz ahşap, uzun bir direğin ucuna iliştirilmiş, yağmurda ve rüzgârda sallanan, etrafı aydınlatmaktan çok uzak, kör ışıklı lambaları hatırlatan zayıf aydınlatma şaşkınlıkla bakılmayacak gibi değildi.
Amerika, toplumsal yatırımlarını (public work) 1930 bunalımında Keynezyen bir anlayışla gerçekleştirmiş, ondan sonra her şeyi özel sektöre devretmişti. Bugün yeni yatırım yapmayan bir Amerika var ortada. Bu nedenle Obama seçim sırasında ve sonrasında Amerika'yı yeniden inşa etmekten, 21. yüzyılın Amerika'sını kurmaktan bahsediyordu. Bu kadar derin ve ağır bir yaradır ki, Amerika'nın bugün sağlık ve sosyal güvenlik sorununu çözmeye çalışmasının, o problemlerin bu kertede ağırlaşmasının altında da bu ihmalkârlık yatıyor.
Büyük bir teknoloji üretme, dolayısıyla araştırma ve yenilik kapasitesine sahip olan bu ülkenin söz konusu nimetlerinden sadece ve sadece parası olanlar yararlanıyor. Sokağı devlet veya belediye değil, bir araya gelip para toplayan sakinler aydınlatıyor. Ya da herkes kendi evinin önünü, kapısını aydınlatıyor. Çaresiz dertlere çare üreten hastaneler dökülüyor. 11 Eylül'den sonra bir anda herkes sağlık kurumlarına gidince, o tıkır tıkır işleyeceği sanılan sistemin nasıl çöktüğü anlaşıldı. Bilimsel araştırma düzeyi başka, işletme ve sonuçlardan halkın yararlandırılması başka şeyler bu toplumda. Sonunda uçağın bozulmuş kapısını açıp içindekileri tahliye etmek, belki bir güvenlik içinde oluyor ama saatler sonra gerçekleşiyor.
Paranın Amerika'sı bu. Parası olmayanın neredeyse ölüme mahkûm olduğu bir ülke. Sivil olduğu kuşkusuz. Negatif özgürlük anlayışının sonuna kadar kullanıldığı bir gerçek. Ama bu Amerika şimdi çocuklarına önümüzdeki yıllardan başlayarak el yazısı öğretmemeye başlıyor. Buna karşılık her isteyenin kendi müfredatını tayin ettiği eğitim sisteminden ortak hedeflerin ve ortak bir müfredatın belirlendiği bir sisteme doğru geçiliyor. Böyle bir Amerika ama yoksulluktan ve kimsesizlikten sokakta can verenlerin haddi hesabı yok.
Ne diyelim? Özgürlük ve sivillik sosyal olanla bütünleşmediğinde fazla bir anlam taşımıyor mu, yoksa bu kadar kusur kadı kızında da bulunur mu?