Bir dönem en üst düzeyde komutanlık yapmış kişilerin gözaltına alınması kabul edelim ki, ağır bir durumdur. Fakat gene bu gelişmenin Türkiye'de siyasal yapı ve ilişkileri bakımından bir dönüm noktası meydana getirmediğini söylemek de bir o kadar mümkün değil. Bütün o rövanşizm, heyecan, taşkınlık, "onlar bizi fişledi biz de onları fişliyoruz" mantığının dışına çıkarak, tamamen farklı bir noktadan bakarak tartışalım.
İzleyebildiğim kadarıyla komutanlar "hükümeti devirmek için örgüt kurmak" suçlamasıyla gözaltına alındılar. Yargılamaların sonucu ne gösterir bilemem. Yargı da onun için var zaten. Fakat bu cümleyi duyduğum ve okuduğum anda şunu düşündüm: 1960, 1971, 1980, 1998 darbeleri neydi? Tam manasıyla, kusursuz, eksiksiz bir biçimde hükümeti yıkmak için örgüt kurmak değil miydi?
Dolayısıyla bugün atılan adım özü itibariyle Türkiye'de siyasal yapının belkemiğini meydana getiren darbelere ve darbeciliğe karşı tarihte ilk kez girişilmiş bir yargı eylemidir.
Gene şunu düşünelim: Bugüne kadar devam eden tartışmalarda sürekli olarak darbelere maruz kalmış başbakanlar gereken idari tasarrufta bulunup, darbe hazırlığı içinde olanları görevlerinden alsaydı darbeler olmazdı denmedi mi? Bunu sivil rejimler, hükümetler yapamadı. Onu yapmak bir yana, gerek 1960'ta gerekse 1980'de darbeyle işbaşından uzaklaştırılanlar sürekli olarak darbelere de darbecilere de övgüler yağdırdılar.
Şimdi yargı beklenmeyen, öngörülmeyen, kestirilemeyen bir adım attı ve Türkiye'deki darbe geleneği içinde bir dönemeç meydana getirdi. Darbe girişimi şu anda yargılanıyor. 1960'ın, 80'in 97'nin yargılanmasıdır bu. O tarihte yapılamayanın yargı eliyle icra edilmesidir. Bu bile başlı başına bir demokrasi kazanımı, bir demokratikleşme göstergesidir.
Böyle bir dönemin kolay tamamlanmayacağını bilmek için kâhin olmaya gerek yok. En azından şunu bilmek ve düşünebilmek gerekir. Darbe girişimi ve darbe bir iktidar arayışıdır. Bunu yanlış iktidar oyunu diye tanımlamak gerekir. Nedeni devlettir. Devlet Türkiye'de nötr bir organ, bir araç olarak görülmez. İktidarın kendisi addedilir. Bu nedenle de devlete ya anayasal değişiklikle yani bürokratik müdahalelerle sahip olunur ya da askeri darbeler yoluyla.
Kritik nokta bu iktidar anlayışının yürütmeye yani siyasete yani siyasal iradeye inanmamasıdır. Bana kalırsa 1961 ve 1982 anayasaları ordu ve yargı bürokrasisinin yürütme karşısındaki tahakkümüdür. Bu itibarla da bu anayasal özlerinde kuvvetler ayrılığı görüntüsü altında kuvvetler birliği temeline oturmuştur. Öte yanda da bitmez tükenmez fiili darbe girişimleri mevcuttur.
Şimdi ilk kez bu tür girişimlerle, bu yanlış iktidar oyununa karşı yargı bir hamlede bulunuyor. Dikkat edilirse yargı burada Erzurum-Erzincan olayında görüldüğü gibi yargı bürokrasisine karşı da hareket etmiştir. En azından tersi cereyan etmektedir. Yargı bürokrasisi yargıyı kuşatmaya ve nötralize etmeye çalışmaktadır. Buna karşılık yargı yapması gerekeni yapmakta ve hukuk temelinde bir rejim tepkisi göstermektedir. Peki, darbe girişimine dair karinelerin ortaya çıktığı bir durumda yargının suskun, çekimser kalması daha mı doğruydu?
Her şeye rağmen bu dönemin kolay olmadığını kabul etmek gerekir. Yanlış iktidar savaşı devam edecektir. Nitekim gerek Genelkurmay Başkanı'nı dinleme, gerekse dün Beşiktaş'taki evlerde yapılan arama taraflar arasındaki gerilimin çok farklı bir noktaya kaydığını gösteriyor. Bundan sonrasını siyasi irade ne kadar belirler bilemiyorum ama herhalde yargı ve hukuk iradesinin daha öne çıkması ve etkin olması gerekecektir.
Yanlış iktidar savaşı, daima rejime dönüktür ve o rejimin adı demokrasidir. Savunulması gerekmez mi?