O zamanlar yayıncılık bugün olduğu gibi büyük sermayenin, büyük kurumların denetimi altına girmemişti.
Tıpkı tiyatrocuların dediği gibi "iki kalas bir hevesle" olurdu. O nedenle geçenlerde ölen Ahmet Tevfik Küflü'nün dediği gibi "amatörler tarafından yapılan profesyonel bir işti". Onun bu sözünü hiç unutmadım. Yayıncılık konularını tartıştığım her yerde andım. Ya Hıncal Ağabey'in geçen günkü güzel değinisinde belirttiği Sakarya Caddesi'nde balıkçıların arasındaki dükkânın epeyce loş dip tarafında bir taburenin üstünde otururken söylemiştir ya da Tunalı Hilmi Caddesi'ndeki bodrum katında, duvarları yayınladığı kitaplarla kaplı odasında.
Ben istisnasız her gün bir kere gittiğim o loş dükkânda, tezgâhlar ve raflar arasında, haftada en az bir kere gittiğim o yerin dibindeki, penceresiz yayınevinde hayatımın en zevkli, en öğretici, en ufuk açıcı anlarını geçirdim. Arada bir Ahmet Ağabey alır odasına götürür, duymakta zorlandığım kısık sesiyle, kelimeleri ağzının içinde yuvarlayarak edebiyat dünyasının son dertlerinden konuşurdu.
İtiraf edeyim ki, çok zevk alırdım ama yerimde kıvranır dururdum. Ben oraya asıl Attilâ İlhan'ı görmek için gitmiş olurdum. Attilâ Ağabey o tarihlerde Bilgi Yayınevi'nde editörlük yapardı. Sonra beraber onun odasına geçerdik. Attilâ İlhan'ın her şeyle dalga geçen, keskin zekâsından fışkırmış esprilere gülerdik ama Küflü de ondan aşağı kalmazdı.
Bilgi Yayınevi'nden önce Bilgi Kitapevi'ni tanıdım. Henüz Kars'ta yaşıyorduk. Babam her Ankara dönüşü büyük bir kitap paketi getirirdi. Bir defasında getirdiği güzel kitapların sarıldığı kâğıdın üstünde Bilgi Kitapevi adını görmüştüm. Niye dikkatimi çekip aklımda kalmıştı, bilmem. Sonra 1965'te Ankara'ya geldiğimizde gidip o dükkânı buldum. Yanında Tarhan Kitapevi vardı. İngilizce kitaplar satardı. Önce başka bir yere taşındı. Sonra büsbütün kapandı. Ahmet Küflü hep bunu söyler, yandaki dönerci, balıkçı dükkânlarını işletenlerin kendisine akıl almaz kiralar önerdiğini belirtir, "bu iş delilik" derdi ama inatla, hesabını kitabını bilen birisi olarak o dükkânı da yayınevini de ayakta tuttu.
Attilâ İlhan gibi birisini editör olarak değerlendirmek, Selim İleri'yi (yeniden), Nazlı Eray'ı, Ayşe Kilimci'yi, Pınar Kür'ü edebiyata kazandırmak, 1960'larda Adalet Ağaoğlu'nu, Orson Welles'i falan yayınlamak ve daha birçoklarını edebiyata kazandırmak öyle herkesin yapacağı iş değildi. 1970'lerin edebiyat tarihi orada yazıldı. Sevgi Soysal'dan Mete Tunçay'a Çetin Altan'a kadar herkes oradaydı. 2000'lerde öncü, yenilikçi çizgisini bıraktı ama Ankara'daki bir yayınevinin böyle çok satanlar listesini delen kitaplar yayınlaması çok zordu, onu başardı. O küçük, sabun kalıbı gibi, güzel kapaklı kitaplara bayılırdım. Şimdi kitaplığımda duranları, kırılıp dökülürler diye elime almaya bile korkuyorum.
Bilgi Yayınevi, MEB Klasikleri ve Varlık Yayınları'ndan sonraki üçüncü büyük kültür kuruluşudur. Ondan sonra da çok farklı bir kulvarda ilerleyen ve her birisi bir kültür anıtı olan kuramsal kitaplar yayınlayan Erhan Göksel'in Verso'su gelir. Bunlar pir aşkına yapılmış işlerdir. Kuşaklar o kitaplarla yetişmedi mi?
1981'de Attilâ İlhan Ankara'dan ayrıldı. Uzun süre Ahmet Ağabey'i görmedim. 1991-95 arasında ben Kültür Bakanlığı'nda görevliyken gene sıklıkla görüştük. Ondan ve başkalarından yayıncılık alanını düzenlemek için görüş alıyorduk. Yayıncılar arasında en hazırlıklı olanı oydu. Sonra ben de Ankara'dan ayrıldım. Birkaç yıl önce editörleri arasında bulunan Cevdet Kudret için düzenlenen bir törende karşılaştık. Ne yalan söyleyeyim ikimiz de geçmişi falan anmaktan hatta birbirimizle sıradan bir iki laf dışında bir şey konuşmaktan korktuk gibi geldi bana. Hani ağaçların dalları bazen buz tutar, cama dönüşür, dokunsan kırılır ya. Her şey aramızda bir anda öyle kristal gibi tecessüm etti, ikimiz de ona baktık, dokunamadık ve sadece sustuk.
Öyle...