Ergenekon yargılaması, kozmik oda araştırması ile başlayan dönemi bu tür sıfatlandırmaları, abartıları hiç sevmesem de bir "sessiz devrim" olarak nitelendirmiştim. Şimdi Başbakan Erdoğan'ın EMASYA'nın kaldırılacağına, "iç tehdit" kavramının devre dışı bırakılacağına dönük yaklaşımını da o devrimin bir uzantısı olarak kaydediyorum. Böylelikle belki Türkiye'de gerçek bir sivilleşme ve demokratikleşme başlayabilir. O tartışmayı bir yana bırakıp ben şu "iç tehdit" kavramına biraz değinmek istiyorum.
17. yüzyılda gerçekleştirilen Westfalya Antlaşması devletlerin sınırla tayin edildiğini ve gene devletlerin dış ilişkilerinde dost ve düşman olarak ayrıştığını belirliyordu. Devletler düşmanlarını dış tehdit olarak algılıyordu. Bu çerçeveye iç düşman, iç tehdit gibi kavramlar dahil değildi.
İç tehdit, iç düşman anlayışı Soğuk Savaş'la birlikte başladı. Kendisini Hür Dünya diye nitelendiren Batı, Doğu Bloku'nu genel ve büyük bir dış düşman olarak tayin ve ilan etti. O dönemki mantığa göre savaş yöntemleri değişmişti ve Doğu Bloku'nun hâkim ideolojisi Hür Dünya ülkelerine "demokrasi kisvesi altında" ve yeraltı örgütlenmeleri yoluyla sızacaktı. O örgütler iç tehdit veya iç düşmandı. Buradaki kritik nokta tehdidin artık toplu tüfekli düşman olmaktan çıkıp ideolojiye dönüşmesiydi.
Böylesi bir genel model Türkiye'de askeriye tarafından baştan itibaren kabul edildi. Hatta bu konudaki karar ve öncelik askeriyeye aitti. Sosyalizm, komünizm zaten öncelikli ve yakın tehdit ve tehlikeydi. Ordu buna başka ülkelerde görülmeyen bir başka tehdidi ekledi: İrtica. 1960 ve 70'lerdeki iç güvenlik belgelerinde, Genelkurmay Başkanlığı'nca hazırlanan "yıkıcı ve bölücü faaliyetler" başlıklı raporlarda sosyalist- komünist-anarşist-terörist oluşumların yanı sıra irtica daima yer alır.
1998'ten sonra iç tehdit ve irtica MGK bildirilerinde de öncelikli tehlike olarak zikredildi. Fakat irticanın tanımı yapılmadı. Böylelikle bu hamleyle birlikte iki iç içe geçmiş oluşum ortaya çıktı.
Öncelikle böyle bir model devletin ideolojisi olduğunu ve devletin o ideolojiyi korumak içgüdüsüyle, tepkisiyle hareket ettiğini gösteriyordu. Oysa devletin ideolojisi olamaz. Devletin anayasal çerçevesi, ilkeleri olur. O da en geniş anlamda demokrasi, temel hak ve özgürlüklerdir. Bunlara dönük tehdit karşısında güvenlik kuvvetini ve yargıyı bulur. Onun ötesi başka bir anlam taşır.
O anlam devletin doğrudan doğruya siyasete ve demokrasiye müdahale etmesidir. İrtica veya benzeri bir kavram ne demektir? Buna kim karar verir? Bugünkü halde devlet neyin doğru, neyin yanlış, neyin anayasal, neyin antidemokratik olduğunu MGK aracılığıyla ve talimatnamelerle kararlaştırmaktadır. Böyle bir koşul söz konusuyken artık demokrasiden ve onun fiili hali olan siyasetten söz edilebilir mi? Bırakalım EMASYA'nın getirdiği demokratik değil belki antidemokratik uygulamalarda bile kabul edilemeyecek tatbikatları bir yana iç tehdit kavramı bir devletin belirli bir iç örgütünün (ikide birde anayasal denmesi bir şeyi değiştiremez, çünkü zaten anayasa dışı bir devlet örgütü olamaz, mesele o kurumun nasıl, hangi koşullarda "anayasal" hale geldiğidir) siyaset ve demokrasi üstü olması demektir.
Kimse kendini kandırmasın. Türkiye'de askerler darbe yapıp kışlalarına dönmedi. Darbelerden sonra anayasaları değiştirerek kendilerini yönetimin bir parçası, daha doğrusu üst karar mercisi haline getirdiler. O anlayış içinde yuvarlanan kartopu da şimdi bu çığa dönüştü.
Demokrasi zor şeydir...