Amerikalıların bile "garip karşıladığı" ölçüde incelmiş insan davranışlarıyla ve belki Amerika'nın geri kalan kısımlarında da unutulmuş bir biçimde insanlık değerleriyle her an haşır neşir olunan "dahiler kasabası" Princeton'da, üniversite müzesinde bir yandan kürsüdeki konuşmacıyı dinliyor bir yandan da tanıklık ettiklerimi Türkiye deneyimimle mukayese ediyorum. Aslında çok anlamlı bir geceydi.
İşadamı Hasan Çolakoğlu'nun, Prof. Şükrü Hanioğlu tarafından bilgece yönetilen Princeton Üniversitesi Yakındoğu Çalışmaları Bölümü'nde 42 yıl hocalık yapmış Prof. Abraham Udovich adına kurduğu fon ve hocanın emekliliği kutlanıyordu. Sahnede cereyan eden "merasim"in, yapılan konuşmaların, gösterilen karşılıklı nezaketin, konuşmalara hâkim olan bilgeliğin, kullanılan dilin gerçek olduğuna inanmak çok zordu. Üniversiteden değil akademiyadan, akdemisyenlerden değil bilginlerden, bilginlerden değil bilgelerden söz edilen bir mekândaydık.
Tören bittikten sonra yağmurlu ama ılık geceye çıkıyoruz. Gündüzleri etrafı bir renk ve ışık seline boğan, sarı, kırmızı, turuncu yapraklarının bin yıllık dostum Robert Finn'in tabiriyle "kandil" gibi yandığı ağaçların altından yürürken önünden geçtiğim binanın iç savaş sırasında Kongre binası olarak kullanıldığını hatırlıyorum.
Zihnim son dönemde okuduğum Amerikan demokrasisi, daha doğrusu onun somut ifadesi olan Amerikan Anayasası, onun hazırlanışıyla ilgili kitaplara kayıyor. Hele bir tanesi Eric Slauter'in Bir Sanat yapıtı Olarak Devlet: Anayasanın Kültürel Kökenleri (The State as a Work of Art: The Cultural Origins of the Consititution) konusu ve kapsamıyla beni ne yalan söyleyeyim darmadağınık etmiş durumda. Şerif Mardin üstadımızın dışında kimsenin benzeri bir çalışmaya yaklaşamadığını biraz da mahcubiyet duyarak düşünüyorum.
O sıralarda Türkiye'den "irtica belgesi"nin "gerçek" olduğu haberleri gelmiş. "İrtica belgesi gerçek..." Bırakın başka dillere çevirisini, Türkçede ne ifade ettiğini anlamanın olanaksız olduğu bir ifade. Orduda hazırlanmış, açıkça hükümete, çeşitli kurumlara, hatta kişilere dönük girişimleri, planları, tasarımları içeren bir belgenin gerçekliği "kanıtlanıyor." Hiç kuşku yok ki, yakın dönemin yani 1960 sonrasının Silahlı Kuvvetler Birliği, Talat Aydemir vakaları, 9 Mart girişimleri hatırlanınca önemi yabana atılamayacak bir gelişme bu.
Şimdi Türkiye'nin uzun demokratikleşme yürüyüşünde bir kavşağa gelip gelmediğini göreceğiz. Ya ordunun komuta kademesi dışında kalan bir kesime ait girişimlerin belgesi olarak tescil edilecek ortadaki bu kanıt ve o zaman ordunun bu dokümanı hazırlayanlara karşı ne yapacağını izleyeceğiz ya da yüksek ordu kademelerinin içinde olduğu bir hazırlığa işaret edecek ki, o zaman da hükümet-ordu arasındaki ilişkilerin bundan sonra nasıl bir şekil aldığına bakacağız. Ama hangi özelliğiyle ele alınırsa alınsın karşımızda vahim bir durum var. Tarihsel olarak kendisini siyasetin dümeninde sayan ordunun bugün de aynı özelliğe ve hırsa sahip olup olmadığını anlayacağız. Yapraklara basa basa bu düşüncelerle yürürken Donald Lutz'un kitabında söylediklerini anımsıyorum ve kafamda bir şimşek çakıyor.
Lutz, Avrupa siyasal düşüncesinin Avrupa siyasal seçkinlerinin meselesi olduğunu ve onların yazılarında, kitaplarında biçimlendiğini, bunların halkla, toplumla ilişkisi olmadığını, güç okunup güç anlaşıldıklarını yazıyor. Buna karşılık diyor, Amerikan siyasal düşüncesi Amerikan siyaset sınıfının (American political class) marifetidir. Bu, bütün Amerikan tarihi boyunca toplumun yüzde 10 ile 15'inin altına düşmeyen, kurumları, onlarla ilgili düşüncelerini, beklentilerini halka anlatan, bu nedenle çok açık, berrak, anlaşılır metinler yazan ve düşünceleri doğrultusunda toplumun en alt birimlerindeki sıradan, mahalle meseleleriyle ilgili örgütlerde görev yapan, zamanla siyaset içinde yükselen insanların oluşturduğu bir çevredir ve Amerikan anayasası bu görüşlerin, metinlerin bir sonucudur.
Yani dedim sorun siyaset ve halk sorunuydu -baştan beri. Belki de işler karışmaya Namık Kemal halka değil "millet"e şiirler yazdığında başlamıştı. Bunları düşünerek, çiğnediğim yaprakların çıtırtılarını duyarak ve kapıların önünde Cadılar Günü için oyulmuş, bana delicesine ve komik bir biçimde sırıtan balkabaklarına baka baka otele vardım. Bavullarımı hazırlayıp, "irtica belgesinin gerçek olduğu" ülkeye geri dönmem gerekiyordu. Gecenin karanlığında sadece iki bina, iç savaşın Kongre binasıyla kütüphane ışıklar içindeydi.