Bugün Türkiye'ye dışarıdan bakanlar eğer bir demokratik ülkede yaşıyorsa ve eğer siyasal durum kendilerine yeterince ayrıntılı olarak anlatılmışsa dehşete düşer ve bu ülkede açık bir militarizm özlü krizin yaşandığını söyler. Rahatsız edici olsa da bu gerçekten kimsenin kuşkusu olmasın. Hele bu durumun bir hesaba göre 1998, bir hesaba göre Nisan 2007'den beri bu yoğunlukta sürdüğü anlatılırsa dinleyen kişinin başından şapkasının uçması işten bile değildir. Şahsın bütün bunları dinledikten sonra "Peki, anladık da gelinen noktada işin özeti nedir?" sorusunu ise ben olsam şöyle yanıtlardım.
İki koşul arasında
Birincisi, görebildiğimiz kadarıyla ordunun içinde birbiriyle zıtlaşan gruplar bulunabilir. Bunların bir bölümü her zaman olduğu ve işin doğasına da uygun bir biçimde mevcut Genelkurmay Başkanı'nı devre dışı bırakmak çabasında olabilir. Bu yeni bir şey değildir.
İkincisi, uzun ve sancılı bir görüşme trafiği sonunda öyle anlaşılıyor ki, ordu üst komuta kademesiyle Başbakan ve Cumhurbaşkanı arasında bir "uyum" ortaya çıkmıştır. O uyumun nasıl işlediğini, ne ifade ettiğini, tarafları ne tür pozisyonlar almaya ittiğini bilmiyoruz. Fakat hiç değilse çok önem verilen bu görüntüyü sağlayabilmiştir.
Şimdi de bu çerçevenin özetini sunalım.
İki pozisyon arasında
Birincisi, ordu kendi içinde bir yeni çizgi oluşturmaya çalışıyor mu, bunu yeterince görmek mümkün değil. Bunun anlamı şudur: Orgeneral Başbuğ üst üste yaptığı açıklamalarda Silahlı Kuvvetler'in demokrasiye taraf olduğunu ve demokrasi dışı güçleri bünyesinde barındırmayacağını sürekli olarak tekrarladı. Fakat orduda bu anlayışın dışında bir hareket çizgisi izleyenler var mı, onlara karşı ne yapılmaktadır konusunda, şu anda kimsenin yeterince bilgisi bulunmuyor. Yani ordunun demokrasiyle imtihanı (bu sürekli bir imtihandır) şu anda gözlemciler için meçhul.
İkincisi ve daha önemlisi siyaset bütün bu girişimlere karşı ne yapacak? Şimdiye kadar iktidar neler olduğunu yerinde gözlemlerle saptamıştır. Önce yargıya müracaat etmiştir. O hamle Türkiye'nin sivil-ordu ilişkisinde çok önemli sayılması gereken sonuçlar vermiştir. O arada orduyla çok önemli bir uzlaşmaya gidilmiştir. İşte işin püf noktası, bam teli budur.
İki yöntem arasında
Niye böyle bir yol tutuldu? Cevabı açık: siyaset en sert biçimde çatışma anlamına gelmez. Siyaset dengeleri kurmak sanatıdır. Burada kritik olan, ilkelerden ödün vermemektir. Önümüzdeki sorunun ilkesiyse demokrasidir. Yani eğer hükümet demokrasi çizgisinin korunmasına dönük bir kararlılıkla hareket ediyorsa orduyla ilişkisini germemekte haklı olabilir. Bunu bekleyip göreceğiz.
Daha önemlisi ise şu: iktidarın bugünkü ılımlılık çizgisi ve orduyla arasındaki yakınlık demokrasiye dönük kararlılığı nedeniyle Genelkurmay Başkanı'nı ona dönük cunta girişimlerine karşı desteklemek mahiyetini taşıyabilir. Yani böyle bir dönemde onunla girişilecek zıtlaşma yaratacağı boşlukla ordudaki hiyerarşi ve disiplin dışı hareketleri büsbütün tahrik edebilir. Bu da deniz dibi göçüğü derecesinde büyük krizler doğurabilir.
Hükümet şimdi bunu önleyerek bir mevzi kazanma gayretinde olabilir. Türkiye yakın tarihinde bu hep böyle olmuştur. Yeter ki, sonunda mevziler kaybedilmesin ve asker-sivil ilişkisindeki demokratik pozisyonları oluşturma çabası süreklilik ve istikrar göstersin.
Siyaset ip üstünde cambazlık yapmaktır!