AKP'nin MHP'yle ittifak ederek getirdiği anayasa değişikliği belki Anayasa Mahkemesi'nden geri dönecek. Olabilir. Ayrıca bir çok uzman bu değişikliklerin anayasa tekniğine aykırı olduğunu öne sürdü. Ben de onlara katılıyorum. Bir şey daha ekliyorum o eleştirilere. AKP, hem toplumda türban konusunda ortaya çıkmış uzlaşmayı kullanamadı, anayasa değişikliği girişimini bilinmez nedenlerle askıya aldı hem de, bu nedenle, türban serbestisini genel anlamda bir hak ve özgürlük açılımının bir parçası olarak biçimlendiremedi. Serbesti, özel bir hak olarak bir cemaat hakkı olarak tezahür etti. Üstelik de teknik açıdan sorunlu biçimde.
Şimdi soru şu: Anayasa Mahkemesi değişikliği iptal ederse ne olacak?
Biçim her şeydir
Yukarıda değindiğim 'teknik' sorun bu noktada devreye girecek. Lafzından anlaşıldığı kadarıyla değişiklik, eski tabirle ' ağyarını mani efradını cami' olmadığı için çok yeni sorunlar çıkaracak. Bir kere türbanbaşörtüsü çelişkisi ve kısıtlaması ortaya gelecek. İkincisi ve daha önemlisi türban meselesi bir daha kolay kolay anayasal bir değişiklik olarak gündemde yer alamayacak. Üçüncüsü ve daha da önemlisi AKP-MHP girişiminin laiklik karşıtı bir girişim olduğu belli çevreler tarafından artan bir şiddette söylenecek ve 'gizli niyet' veya 'ana amaç' tartışmaları yeniden açılacak: laikliğin belini kırmak!
Tüm bunlar az veya çok etkili olacak, olabilecek birer faktör. Buna rağmen söz konusu değişiklik girişiminin getirdiği daha da önemli bir sonuç var ki, asıl onun üstünde durmak istiyorum.
İki özgürlük anlayışı
AKP-MHP girişimi, doğru veya yanlış, bir özgürlük girişimi olarak ortaya çıktı. İyi hazırlanmamış bir girişim olduğu belli. Ama son kertede özgürlük adına kalkışılmış bir iş! Bu çok önemli. Çünkü, özgürlük, ne adına olursa olsun, ne için olursa olsun pozitif ve katılımcıdır. Kapsayıcıdır. Ucu açıktır ve umut vericidir. Hele türban meselesinde, tekrar ediyorum, eksik de olsa, Gordion düğümüne dönüşmüş bir meseleyi kesip atmak için girişilmiş bir eylemdir. AKP-MHP bu girişimleriyle yeni bir toplum projesini üretmeye soyundular. Bunun toplumca böyle algılandığından hiç kuşku yok!
Buna karşı çıkanların, hayır diyenlerin ise söylemleri, kendiliğinden ve öncelikle negatif. Daraltıcı, ne olursa olsun bir özgürlük tanımını ve önerisini reddeden, üstelik de yeni bir öneri üretmeyen bir yaklaşım. Soğuk ve dışlayıcı! Ayrıca da buna bağlı bir olumsuzlamayı içeriyor. Örneğin toplumsal alan tanımını daraltıyor. Toplum tarafından yeterince algılanmayan, ancak belli toplum kesimlerinin benimsediği bir laiklik tanımına yaslanıyor. Siyaseti yok sayıyor. ' Kategorik doğruları' değişmeyen bir ortam düşüncesiyle bir kez daha topluma empoze ediyor.
Bugünün moderni olmak
Bu kendiliğinden olan bir şey değil. Türkiye'de sürdürülen modernleşme politika ve pratiğinin gelip dayandığı nokta. Bu çıkmaza da yeni erişilmedi. Son yirmi yıldır devletçi-seçkinci modernleşme pratiği bu çıkmazı yaşıyor. İster Kemalist ister Cumhuriyetçi diyelim, o yaklaşım yeni bir toplum projesi tanımı üretemiyor. Korumacı, tüm korumacılıklar gibi içe kapanık, dışlayıcı bir anlayışla devam ediyor.
Eğer o çevreler modernleşmenin hale devam eden bir model olduğunu öne sürüyorsa bu üstünde düşünülecek bir tezdir. Ne var ki, söz konusu modern/leşme bugüne kadarki yöntemle ve parametrelerle olamaz. Dünyanın son yirmi yılda ürettiği yeni olguları ve talepleri algılamak, anlamak ve içermektir bugünkü modernlik yaklaşımı. Aynı şekilde toplumsal dönüşümün ve yeni toplumsal talepleri doğuran yeni sosyolojik oluşumların farkına varmaktır. Bu da modern/leşme kavramının özündeki anlama uygundur: değişen koşullarla iç içe olma.
Şimdi hayati soru şu: Acaba böyle bir ilke ve koşul ihmal edilerek 'muasır medeniyet seviyesi' yakalanabilir mi? Evet diyenleri dinlemek isterdim!