Olayların arkasında ne olduğunu bulmak, ortaya çıkarmak basının görevi, onları öğrenmek de kamuoyunun hakkıdır. Bu nedenle katıldığım Washington'da bulunan Brookings Enstitüsü'nde cereyan eden, şimdi basında, söyleyen ve yazanların da pek inanmadığı her halinden belli olan, bir olayı bu köşede yazmayı bir sorumluluk telakki ediyorum.
Toplantı nisan ayında yapılacak bir toplantıya katılmak üzere eski ABD Ankara Büyükelçisi Sayın Mark Parris'ten bir davet aldım. Benimle birlikte eski DTP Genel Başkanı Mehmet Ali Bayar ve Turkey's Zaman'dan Kerim Balcı katılacaklardı. Parris, Brookings'te yeni bir seri konuşma başlatmıştı. Daha öncekine Fehmi Koru, Soli Özel ve Murat Yetkin katılmıştı. Brookings, Demokratların ağırlıkta olduğu bir kuruluştu.
İki toplantı yapıldı. İlki basına ve kamuoyuna kapalıydı. Bir akşam yemeğiydi. Toplam iki saat sürdü. Hiç öyle olmadık bir senaryo üstünde tartışma filan olmadı. Parris sorular sordu. Biz cevap verdik, konuştuk. Karşımızdakiler dinledi.
Meşum gün ikinci gün sabah yapılan toplantı herkese açıktı. Türk ve Amerikan basınından izleyiciler vardı. Siyasetçiler, sivil toplum kuruluşlarından insanlar gelmişti. Herhangi bir toplantıdan daha farklı değildi. Bir panel oldu. Parris yönetti; biz de Türkiye'de neler söylüyor ve yazıyorsak onları anlattık. Örneğin ben Türk Sağı ve AKP kitabımda yer alan görüşlerimde ısrar ettim. Erdoğan'ın aday olmayacağını savundum.
Nihayet bir noktada, konuşma çok daha genel konular etrafında ilerlerken, bana göre hiç ilgisi ve gereği yokken ve o ana kadar en küçük bir sözcük bile edilmemişken, Kerim Balcı, şimdi basına yansıyan sözleri söyledi. Başbakan'ın beyninde bir tümör bulunduğunu, bunun iyi huylu ('benign' sözcüğünü hatırlayamadı, izleyiciler buldu) olduğunu, iyileştirilmesi için kendisinin 20 gün hastanede kalması gerektiğini belirtti. Doğrusu, ne panelle ne konuyla ilgiliydi bu 'veri'. Bayar müdahale etti ve Balcı'ya bunun kendi görüşü mü yoksa doktorlardan edinilmiş bir bilgi mi olduğunu sordu. Doğrusunu söylemek gerekirse ben işin bir dedikodudan ileri olmadığını düşündüm. Öyle anlaşıldı ki, diğer zevat da daha farklı düşünmüyor.
Senaryo?.. Panelistler de izleyiciler de bir tek kelimeyle olsun bu açıklamanın daha fazla üstünde durmadı. Yani, bir tek kelimeyle olsun, bir senaryo çalışması yapılmadı! Yalnız toplantı bitip dağılmaya başladığımızda gazeteciler konuyla ilgili olduklarını sezdirdi. Ben de kişisel olarak ilk kez orada tanıdığım Balcı'ya, bu açıklamasını inandırıcı bulmadığımdan, yanlış ve çok gereksiz olduğunu belirttim. Başkaları da aynı tepkiyi gösterdi. Bilmiyorum bunu yazmam gerekiyor mu ama, o da bu sözleri ettiği için rahatsızdı.
Sonra döndük. Aradan uzun bir süre geçti. Hudson Enstitüsü'ndeki 'kıyamet senaryosu' ortaya çıkınca bu sözler de ortaya döküldü. Salı günü Akşam gazetesinde Güler Kömürcü yazdı. Sonra Habertürk haber yaptı. Fakat işte bir şey gerçeğe uymadı mı pek bir şey de ifade etmiyor. Geçip gidiyor. Geriye bizim basının habbeyi kubbe yetisini geliştirmek için yaptığı yeni bir antrenman kalıyor.
Müthiş Brookings senaryosunun içyüzü elifi elifine budur.