Mardin'e kimse şehri saran çirkin, estetikten yoksun binaları görmeye gitmiyor. Mardin'e hepimizi mıknatıs gibi çeken ne varsa eskiye dair. Evet, Mezopotamya'nın uçsuz bucaksız ovasına bakan korumayı pek de başaramadığımız medeniyetler beşiği Mardin'in tarihi sokakları, avluları, taş konaklarının dışına dahi çıkmak istemiyoruz.
Geçen yıl Suriyeli mültecilerin misafir edildiği kampları ziyaret etmek için Mardin'e gitmiş ama şehirde vakit geçirememiştim. Yani en son Mardin'e gidişim 2014 yılıydı ve aslında o yıllarda kadim şehre yerli ve yabancı turist akını vardı. Şehir, başta Süryaniler'in 4 bin yıllık bir geçmişe uzanan Deyrul Zafaran Kilisesi olmak üzere sahip olduğu değerleriyle bir çekim merkeziydi adeta.
Ne yazık ki o güzel günler, patlayan bombalarla, terörün korkunç yüzünü göstermesi ve sınırın hemen ötesindeki savaşla tersine döndü. Son bire kaç yılı Mardin çok zor geçirdi. Şehirde gastronomi alanında büyük gelişmeler yaşanıyordu ki hepsi bıçak gibi kesildi.
İşte şimdi Mardin yaralarını sarmaya başlıyor. Sakıp Sabancı Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi'nin Ai Weiwei gibi iddialı bir sergiyle Mardin'e dönüş yapması çok önemli. Döne Otyam'ın büyük çabaları ve etrafına toplamayı başardığı sanatseverler sayesinde, bu yıl 4'üncü kez açılan Uluslararası Mardin Bienali de öyle. Son bir haftadır şehre uçaklar dolusu sanatçı, sanat sever ve koleksiyoner akını başladı, sadece Türkiye'den değil, yurtdışından da güzel bir kalabalık Mardin'e geldi.
Peki Mardin'de kültür ve sanat ve de tabii ki ekonomi için böylesine güzel bir hareketlilik başlamışken, şehirdeki yeme içme mekanları, gastronomisi yeterli olabiliyor mu?
Ne yazık ki şu anda mesela öğlen yemeği için bile Mardin'de çok alternatif yok. Hele kalabalık bir grupsanız, bir iki ve de iddiasız mekanlara muhtaç kalıyorsunuz. Oysa bakın Mardinli Şef Ebru Baybara Demir müthiş enerjisiyle Mardin'in yeme, içme ve eğlence hayatına damgasını vuruyor. Cercis Murat Konağı'nda her akşam bütün ekibiyle misafirlerini kapıda karşılıyor, tencere, kepçe, kaşıklarla minik orkestarasına eşlik ederek, dans ve türküler eşliğinde, yemek servisi yapıyor. Mardin'de iki akşam geçirince, yine ne varsa kadınlarda var dedim. Doğu bölgelerindeki feodal ve ataerkil yapıya meydan okuyan, pek çok kadının hayatını değiştiren Şef Ebru'nun Cercis Murat Konağı'ndaki mutfağında hayata geçirdiği başarı öyküsü yeni değil. Mardin'in ilk turistik işletmesini 2001 yılında kadınlarla çalışarak açmayı başarmıştı. Son yıllarda büyük zorluk yaşadı ama hiç yılmadı. Mardin'e tek bir turistin gitmediği son birkaç yıl, mutfaktaki aşçı kadın personeliyle birlikte 'Hayatım Yeni Bahar' hareketini kurdu ve takılar, aksesuvarlar yaparak internetten satmayı başardı.
İşte Mardin'in tek ihtiyacı olan Ebru Baybara Demir gibi girişimci, cesur, zorluklardan yılmayan kadın girişimciler. Umarım bir an önce gerçek bir rol model olan Baybara Demir'in estirdiği rüzgar, Mardin'de başka girişimci kadınlara ulaşır ve Mardin gastronomi turizminin merkezi haline gelir.