28 Şubat sürecinde askeri vesayete yönelik her eleştiri, eski Türk Ceza Kanunu'nun 159'uncu maddesi kapmasında, "orduya hakaret" olarak değerlendiriliyordu. O zamanlar biz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Handyside kararına dayanarak, böyle bir uygulamanın hak ve hukukla bağdaşmadığını savunuyorduk. Neydi Handyside kararı? "İfade hürriyeti, sadece toplumda beğenilen ve hoşgörüyle karşılanan bilgi veya düşüncelerin açığa vurulmasını değil, devletin veya halkın bir kesimini rahatsız eden, şoka uğratan bilgi veya fikirleri de kapsar."
En azından yasa metinlerinde, ifade hürriyetinin sınırlarının eskiye nispetle genişletildiğini söyleyebiliriz. Ama bugün de, tatbikatta aksayan taraflar var. Protesto gösterilerine katılanlar kolayca "örgüt üyesi" sayılıp, tutuklanıyor; ağır cezalar da alabiliyorlar. Gezi'den sonra ilave bir durum ortaya çıktı. Bu defa da her muhalif eylem ya da söylem "darbe teşvikçiliği" diye nitelendirilip, iktidara mağduriyet gömleği giydiriliyor. Bu tarz komplo teorileri hürriyetlerin üzerine şal örtülmesini kolaylaştırır. Zira iktidar vehme kapılır, karanlık odakların faaliyette olduğunu düşünür, her muhalifi düşman sanır.
Toplumumuzda medyanın da, siyasetçilerin de bu psikolojiden bir an önce kurtulmalarını diliyorum.