Askeri vesayet döneminde, "iç düşman" kurgusuna kızıyorduk. Bakıyorum da bazı yorumcular, bir süredir, aynı havada.
Her eleştiri bir düşmanlık olarak algılanıyor. Birkaç radikal muhalifin, sosyal medyada, Olimpiyatlarda İstanbul'un kaybetmesi üzerine yazdıkları, hemen genelleştiriliyor. Başbakan bile, "Bayrak düşünce seviniyorlar" diye konuştu. Spor Bakanı Suat Kılıç ise, çok ağır bir üslûpla "Kına stoklarının tükendiğinden" söz etti. Değer verdiğim meslektaşım Mustafa Karaalioğlu'na hayret ettim. O da, "Türkiye kaybetti, Geziciler sevindi" diye yazmış. Oysa Ali Koç ile Ferit Şahenk, Arjantin'deydi.
Muhalif düşünceyi düşmanlaştırma eğilimi; sürekli bir ötekileştirme gayreti... Türkiye'yi bu şekilde okumak neden yanlış onu söyleyeyim: 1) İç düşman yaftalamasıyla kendi korkularınızı beslersiniz. 2) Korkular ve endişeler arttıkça, sağlıklı muhakeme kaybolur. 3) Sağlıklı muhakeme kaybolunca, düşman belirlediğinize karşı kendinizi korunmak için aldığınız önlemler, sertleştikçe sertleşir. 4) Bu şekilde çatışma derinleşir; toplum bölünür. İnsanlar birbirlerine yabancılaşır. Nefret iklimi gelişir.
Son söz: Her eleştirinin ardında bir kötü niyet yoktur. Her övgünün temelinde de her zaman iyi niyet bulunmaz. Hatta bunun tam tersinin geçerli olduğu durumlara sıkça rastlanır. Eleştiri, yanlışı düzeltmek için yapıldığında iyi niyetlidir ve faydalıdır. Övgü, gerçeği perdelemeyi amaçladığı ölçüde -belki hoşa gider- ama yanıltıcı ve kötü niyetli olabilir.