Ergenekon kararlarını değerlendirirken, mutlaka geri dönüp, geçmişteki olayları hatırlamakta fayda var. Türkiye, olağan demokratik bir dönemde, yaşanması mümkün olmayan hadiselerle karşı karşıya kaldı ve medya o tarihte iyi bir sınav veremedi. O zaman gazeteciler dik dursaydı, belki bugün daha itibarlı bir konumda bulunurlardı. 28 Şubat sürecinde askere boyun eğildi; bugün de siyasi iktidarın isteklerine ram oluyorlar.
Buna rağmen, dün ile bugün arasında mutlak bir paralellik kurarak "O zaman, askeri vesayet mevcuttu, şimdi de sivil vesayet var" deyip, sivil diktadan söz edenlere katılmıyorum. Her şeyden önce vesayet, halkın üzerine basarak, onun iradesine sahip çıkarak, vasi sıfatıyla söz söylemek ve siyaset belirlemektir. 28 Şubat'ta bu yapıldı. Bugün ise, iktidar demokratik yollarla geldi ve devleti yönetiyor. Milli iradeyi temsil ediyor. Burada ancak, bir güç zehirlenmesinden, bir otoriterleşmeden söz edilebilir.
1997, 1998 ve 1999'a ait 3 manşeti paylaşmak isterim:
* 12 Haziran 1997 tarihli brifing... Asker, "Gerekirse silâh bile kullanırız" dedi: "Devlet işgal altında. Siyasi İslâm adı altındaki irtica, Türkiye Cumhuriyeti'ni açıkça yıkmaya çalışıyor. Önemli birçok devlet kadrosu irticaın eline geçti. Tehdit büyük boyuttadır. Memleketini seven hiç kimse tarafsız kalamaz. Anayasa ve Türk Silâhlı Kuvvetler Kanunu, bize anayasal rejimi koruma ve kollama görevi vermektedir. Bu çerçevede TSK, durumdan vazife çıkartmaktadır."
* 22 Nisan 1998: "Tayyip'e şok ceza... Siyasi hayatı bitebilir; muhtar bile olamaz. Belediye Başkanlığı düşecek."
* 3 Mayıs 1999: "Tahrik tutmadı... Kavakçı TBMM'ye türbanla geldi ama yemin edemeden ayrıldı. Demirel 'Bu bir provokasyondur' dedi. Ecevit, 'Bu hanıma haddini bildirin' diye konuştu."