Ergenekon davasında cezalar verildi ama tartışma hâlâ sürüyor. Ergenekon neyin nesidir diyenlere eski günleri hatırlatarak cevap vermek istiyorum. Ergenekon, "iç düşman" olarak belirlenen hedefi bertaraf etmeye yönelik, askersivil işbirliğiyle yürüyen bir mekanizmadır. Kimi zaman psikolojik harekât devreye girer, kimi zaman şiddet. Medya ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapılır. Dost kuvvetlerden istifade edilerek, "düşmanın" başı ezilir.
Gelin birlikte arşivi karıştıralım:
17 Mayıs 2006: Danıştay saldırısı... Olay "Laikliğe kurşun" şeklinde kamuoyuna takdim edildi. Alparslan Arslan'ın Danıştay'ın verdiği türban kararı üzerine harekete geçtiği ileri sürüldü. Hükümet suçlandı.
19 Ocak 2007: Hrant Dink suikastı... Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in Ermeni asıllı olduğunu yazdıktan sonra, çeşitli uyarıların muhatabı oldu; tehdit edildi. Bir yazısından dolayı "Türklüğe hakaretten" mahkemeye düştü. Davayı Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz gibi ulusalcı şahıslar yakından izledi. Ve sonunda gün ortasında, karanlık bir kurşunun hedefi oldu.
13 Nisan 2007: Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru yol alırken, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt bir hayli aktifti. Basın toplantısı düzenledi ve askerin tercihinin "Sözde değil, özde laik cumhurbaşkanı" olduğunu beyan etti. Aynı dönemde, Cumhuriyet mitingleri tertip edildi. O günlerde "Silâhsız Kuvvetler" olarak takdim edilen bu gövde gösterisi, aslında hükümeti devirmek isteyenlerin bir organizasyonuydu. Arka planda, başta Atatürkçü Düşünce Derneği olmak üzere, bazı sivil toplum örgütleri ve medya ile işbirliği yapan asker vardı.
27 Nisan 2007: Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Cumhurbaşkanlığına aday olan Abdullah Gül'ü hedef aldı. Mini muhtırasının son bölümünde, "Ne mutlu Türküm diyene anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır" derken, Gül'ün 1992'de, Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri toplantısında sarf ettiği bir cümlesine atıfta bulunuyordu. Gül, o toplantıda, "Ne mutlu Türküm diyene lâfını tutup her yere yaza yaza Türkiye ilkel bir hale dönmüştür" diye konuşmuştu.
Anayasa Mahkemesi de, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığını önlemek üzere devreye girdi. Meclis'in cumhurbaşkanını seçmek için 3'te 2 çoğunlukla (367 milletvekiliyle) toplanmasını şart olduğu kararını verdi. CHP, DYP ve Anap Genel Kurul'a katılmayınca, Gül cumhurbaşkanı seçilemedi.
Ve sonra ne oldu...
13 Haziran 2007: Ümraniye'de bir evde, ihbar üzerine bombalar bulundu. İhbarı evin sahibi Ali Yiğit'in babası yaptı. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Önce Muzaffer Tekin'e, bilahare Veli Küçük'e ulaşıldı. "Ergenekon Yeniden Yapılanma", "Lobi" gibi belgeler ele geçirildi. Eskişehir'de Binbaşı Fikret Emek'in evinde, aynı seriden bombalar bulundu. Ergenekon'da tutuklama dalgaları başladı.
Şubat 2008: Üniversitelerde başörtüsünü serbest kılmak üzere MHP ve AK Parti anayasayı değiştirdi; kıyamet koptu. CHP iptal için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Hürriyet "411 el kaosa kalktı" manşetini attı.
14 Mart 2008: AK Parti aleyhine açılan dava kapatmayla sonuçlanabilirdi ama, kıl payı farkla parti kapatılmaktan kurtuldu. Anayasa Mahkemesi'nin 6 üyesi "Laikliğe karşı odak olmuştur" dedi. 5'i, itiraz etti. Bir üye daha AK Parti'nin kapatılması istikametinde oy kullansaydı, Erdoğan ve arkadaşları okkanın altına gidiyordu.