Herkes, kendisinden bir şey bulacaktır aşağıdaki yazıda. Kim yazmış, kime yazmış, ne zaman yazmış bilinmiyor ama internette dolaşıyor. Hepimiz, böyle bir yarışın kurbanı gibi hissetmiyor muyuz kendimizi? Eğer yolun sonuna yaklaşmadınızsa, hâlâ sevecek biriniz, söyleyecek bir sözünüz varsa, mutlaka aşağıdaki nasihate kulak veriniz.
***
"
Yaşamak değil, beni bu telâş öldürecek" dediği gibi şairin, o telâşla bırakın Paris yolunda ılık rüzgârlara taratmayı saçınızı, sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz...
Gözümüz saatte söyleştik hep. Yarışır gibi çalıştık; hep yetişilecek bir yer vardı. Aranacak adamlar, yapılacak işler...
Bir sonraki günün telâşı, bir öncekinin terine bulaştı. Başkalarının hayatı, bizimkini aştı. Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine, kuşluk vakti, kızarmış ekmek kokusu veya yavuklu busesiyle uyanma düşlerini ha babam erteledik.
20'li yaşlardayken 30'lara kurduk saatin alarmını; 30'larımızda 40'lara, belki sonra 50'lere... Lâkin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat, kuşlukta uyanma fırsatı sunduğunda size, artık uyku girmez oluyor gözlerinize.
Doyasıya söyleşmek için bol zamana kavuştuğunuzda, söyleşecek, paylaşacak kimsecikler kalmıyor yanınızda.
Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz. Vakit gelip sandıktan çıkardığınızda, bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış.
Henüz tedavülde olan dostlara, bir çift sözüm olacak:
Bırak bu aptalca yarışı,
Yok ki cebi beyaz kefenin.
Para, pul, iş, güç neyine,
Kıymetini bil seni sevenin...