Kürt meselesinde çözüm sürecine girildi. İyimser ama güvensizliğe dayalı mütereddit bir beklenti var. Bazı PKK'lıların Habur'dan geçip (Ekim 2009), Türkiye'ye gelmesi sürecinin iyi yönetilmediğini, Oslo görüşmeleri sürerken Silvan saldırısının (Temmuz 2011) gerçekleştiğini hatırlayanlar, ister istemez "Her şey oldu bitti" diye düşünemiyor. Ben bardağın dolu tarafına bakmak istiyorum. Oslo'dan farkı, İmralı/Öcalan merkezli olarak yürütülen görüşmelerin şeffaf olması, 2013'ün mayıs ayını hedef alan bir sürede, takvime bağlı olarak bazı adımların gerçekleşeceğinin açıklanması.
Habur'daki başarısızlığın sebebi, siyasi zeminin ve kamuoyunun hazırlanmamasıydı. Bu yüzden istismara açık bir ortam doğdu. Vatandaşlar olumsuz etkilendi, AK Parti'nin oyları düştü; açılım sona erdi. Oysa Habur'dan sonra Avrupa'dan da bir PKK'lı grup yurdumuza gelecek, tasfiyeye kadar giden yolun kilometre taşları adım adım döşenecekti.
Bugün bardağı dolu görmemizin sebebi, kamuoyunun aradan geçen zamanda barışa daha hazır hale gelmesi. Şehit aileleri bile müzakerelere destek verdi. Bunun yanı sıra, BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın üzerine basa basa o desteğe teşekkür etmesi ve bu teşekkürün grupta en büyük alkışı alması da anlamlıydı.
İyimser olmamızın bir başka sebebi de CHP'nin tavrı. CHP, anaların gözyaşı dinsin diye AK Parti'ye destek kararı aldı. Hatta Tayyip Erdoğan'ın lüzumsuz sertliğine rağmen, tutumunu değiştirmedi. Başbakanın böyle tarihi bir dönemeçte bu kadar ağır bir sorumluluk yüklenmişken, daha kontrollü bir üslûp benimsemesi yerinde olur. CHP'ye hitaben, "Kredine muhtaç değiliz" anlamında sözler sarf etmesinin gereği yoktu. Engebeli bir yolda yürürken, ilişkileri elden geldiğince yumuşatmak iktidarın görevi değil mi?