Çevik Bir'in ısrarlı şikâyetleri meyvesini verdi. Karadayı, savcılık tarafından ifadeye çağrıldı.
Anayasanın 148'inci maddesine rağmen neden Karadayı'nın Yüce Divan'da yargılanmadığı sorusu soruluyor. Bu madde, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları ve Jandarma Genel Komutanı'nın görevleriyle ilgili suçlardan Yüce Divan'da yargılanmasını öngörüyor. Buna mukabil anayasanın 145'inci maddesi, devlet güvenliğine, anayasal düzene, bu düzenin işleyişine karşı işlenen suçların davalarının, adliye mahkemelerinde görüleceğini belirtiyor. 28 Şubat şüphelilerinin fiilleri muhtemelen Türk Ceza Kanunu'nun hükümete karşı suçu düzenleyen 312'nci maddesi kapsamında mütalâa ediliyor: "Cebir ve şiddet kullanılarak hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını kısmen ve tamamen engellemeye teşebbüs."
Tabii olay tartışmaya açık. Denilebilir ki: "28 Şubat kararları MGK'da alındı. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi de, irticayı bir numaralı tehdit gibi kabul ediyordu. Batı Çalışma Grubu bu kararların takibini yapmak üzere kuruldu. Gazeteciden siyasi parti yöneticisine, muhtardan valiye kadar herkesi fişledi ama, amaç, irticayla mücadeleydi." Bu açıklamayı geçerli görürseniz, aslında ortada bir suç bile yok. Buna mukabil, brifingde sarf edilen "Gerekirse silâh bile kullanabiliriz" cümlesini, Sincan'da gözdağı vermek maksadıyla yürütülen tankları hatırlarsanız, muhatabınızın, darbeyi gelenek haline getirmiş bir ordunun mensupları olduğunu düşünürseniz ve Refahyol hükümeti yıkılırken sıra dışı hadiselerin cereyan ettiğini bilirseniz, pembe gözlüklerle değerlendirme yapamazsınız.