Hanefi Avcı'nın kitabını yazdığı günlerdi... Radikal'den İsmail Saymaz, onunla bir röportaj yapmıştı. (23 Ağustos 2010) Gülen Cemaati'nin Adliye'den Emniyet'e kadar kamuda kilit noktaları tuttuğunu ileri süren Avcı, bu yapılanmadan "Örgütün devlete sızması" olarak söz etmişti. Ceza maddelerini bile vermişti: "En azından Türk Ceza Kanunu'nun 220'sine (basit örgüt suçu) oturur ama diğer boyutuna biraz daha bakmak lâzım" diyerek, TCK'nın 309'uncu maddesini işaret etmişti. (Cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzene karşı işlenen suçlar bu madde ile cezalandırılıyor.)
Avcı, Fethullah Gülen'in, "devlette kadrolaşma ve devleti ele geçirme" iddialarına istinaden, yıllarca yargılandığını ve sonuçta, Yargıtay Ceza Dairesi Genel Kurulu tarafından beraat kararının 24 Haziran 2008'de onandığını unutuyordu. İsmail Saymaz'a beyanları, "Haliç'te Yaşayan Simonlar... Dün Devlet Bugün Cemaat" kitabının, yeni bir yargılamanın zeminini hazırlamak üzere yazılmış olması ihtimalini de akla getiriyordu.
Bugüne gelelim... Kendilerine yargısız infaz yapılmasından şikâyet edenler, ellerinde hiçbir delil bulunmadan aynı Cemaati hedef gösteriyorlar. Ahmet Şık'ın "Bu komployu kuran, yürüten polisler, savcı ve hâkimler bu cezaevine girecek; burada ant içiyorum" sözlerini, özgürlüğe kavuşma heyecanının tezahürü olarak değerlendirebiliriz. Ya Ertuğrul Özkök'e ne demeli? 14 Mart 2012 tarihli yazısından: "Şu cümleyi bir kenara yazın. Çünkü yakın veya en geç orta gelecekte, bu cümlenin bir iddianame haline geldiğini görebilirsiniz. Cümle aynen şöyle: Bu komployu kuran, yürüten polisler, savcı ve hâkimler bu cezaevine girecek; burada ant içiyorum... Ahmet Şık Silivri Cezaevi'nden çıkarken bunları söylüyor. Eminim içerde aynı andı içen daha epey insan var. Demokrasi adına yapıldığı iddia edilen bir dava, ardında böylesine kararlı antlar, mücadele yeminleri bırakıyorsa, bilin ki o insanların yattığı yer, bir zamanların Diyarbakır Cezaevi'ne dönüşüyor demektir."
Peş peşe yazılan ya da yazdırılan kitaplar, kara propaganda para etmedi, "Dokunan yanıyor" dedik, ama Cemaat'e dokunamadık. "Her şey Hrant için; adalet için" diye bağırıp, bazı polis müdürlerini okkanın altına atmak istedik, başaramadık...
Son bir hamle... Acaba tahliye kararlarından kahramanlık öyküleri çıkarıp, pozisyonumuzu güçlendirebilir miyiz?
Silivri, "12 Eylül'ün işkencehanesi" gibi öyle mi! Hapishanelerde çile çekilir; hapishanelerde hasret vardır; haksızlık vardır; otoritenin baskısı vardır. Gece uyumak zordur; gene dört duvar arasında uyanmak ise bir başka zordur. Üşürsünüz, yeterince karnınızı doyuramazsınız, endişelisinizdir, içiniz kan ağlar... Adı üstünde cezaevleri, ceza çekilen yerlerdir. Oralarda bir yıldızlı otelin bile konforu yoktur elbette. Girip çıkan herkesin, gözü yaşararak anlattığı hadiseler yaşanmıştır bu soğuk mekânlarda. Özellikle hüküm giymeden tutuklu olarak kalanların infialini anlayıp, empati kurmak mümkün. Ama adalet arayışını bir komplo gibi göstermek, Emniyet ya da Yargı güçlerinin cezaevlerine tıkılacağı günü sabırsızlıkla beklemek, boş bir hevestir. 28 Şubat tekrar yaşanmayacak; yeni Nuh Mete Yükseller ortaya çıkmayacaktır.