Ertuğrul Özkök'ün cumartesi (17 Aralık 2011-Hürriyet) tarihli yazısını okuyunca, bir süredir yazmak istediğim bu konuyu, daha fazla bekletmemek gerektiğine inandım. Özkök, Şemdin Sakık'a atfedilen ve bir andıçta yer alan iddialarla, Başbakan'ın Hasan Cemal'i hedef alan sözlerini mukayese ediyor. Benim, 2000 yılında ortaya çıkardığım Nisan 1998 tarihli andıçta, Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand gibi gazetecileri karalamak üzere,
onların PKK'dan para alarak yazı yazdığı söylentisinin yayılması direktifi mevcuttu. Sadece gazeteciler değil, Fazilet Partisi ve bazı Kürt asıllı politikacılar da hedefteydi. İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal'ın da, andıçta adı
"PKK işbirlikçisi" olarak geçiyordu. Birdal bir süre sonra, Türk İntikam Tugayı'nın (TİT) kurşunlarına hedef oldu. Suikastçı Semih Tufan Günaltay, yakalandı; cezasını çekti. (Cezaevinden çıktı ama şu anda Ergenekon'dan dolayı yeniden tutuklandı.) Aynı şekilde, gene andıçta hedef gösterilen Salim Ensarioğlu, az daha bir trafik kazasına kurban gidiyordu.
Başbakan Erdoğan, Kandil'de Murat Karayılan'la röportaj yapan gazetecileri eleştirmiş ve
"Sonradan kitap yazıyorlar" demek suretiyle menfaat sağladıklarını ihsas etmişti. Danışıklı dövüş, planlı programlı, insanları itibarsızlaştırmak ve hatta hayatlarına kastetmek için hazırlanan bir andıç ile, Erdoğan'ın irticalen sarf ettiği o cümleler kıyaslanabilir mi? Başbakan'ın sözlerini yakışıksız bulabiliriz. Ama andıç, bir kurmay planının parçası. Onu nice andıçlar, lahikalar, kara propaganda siteleri, darbe planları takip etti.
Ertuğrul Özkök, Hasan Cemal'e diyor ki: "Hasan abi bu kadar sessiz durma. Basit bir üzüntüyle geçiştirip, ayağına gelen fırsatı tepme. Andıç güzel bir mağduriyettir. Zaman geçtikçe tatlı bir mağruriyete dönüşür." Özkök, Erdoğan'ın cümleleriyle, Nisan 1998 andıçını aynı kefeye koyuyor.
28 Şubat sürecinde ve AK Parti iktidarının ilk yıllarında, askerin koltuğu altında hizmet veren meslektaşlarımız ile, polisin sızdırdığı belgeleri yayınlayanlar veya o belgeler üzerinde yorum yapanlar da, mukayese kabul etmez. Zira birinde hedef,
sivil iktidarı alaşağı etmek. Diğerinin hedefi,
askeri vesayeti sonlandırmak, TSK içindeki yasa dışı derin yapıları ortaya çıkarmak. Belki
"Hem asker, hem polis, medyayı kullandı" denilebilir ama hizmet edilen amaç o kadar farklı ki!
Bir de
"askeri vesayet" yerine geçirilmek istenen
"sivil dikta" ya da
"sivil vesayet" tanımı var. Vesayet, hukuken temsil etmeye yetkisi olmadığı halde, halk iradesini cebinde sayan, halkı
"cahil oy çoğunluğu" olarak görüp, ona istikamet vermeye hakkı olduğunu düşünenlerin durumunu anlatır. Oysa, seçilmiş hükümetler, halkı, zaten meşru bir şekilde temsil eder. Halk, egemenliğini, seçtiği kişiler vasıtasıyla kullanır. AK Parti'nin vesayetinden değil, ancak kadrolaşmasından, otoriterleşme eğiliminden söz edebiliriz. Bunu iddia etmek için de, gerçek verileri ortaya koymak gerekiyor.
"Yargıtay'a 160 militan seçildi" ya da
"İktidarı eleştiren gazeteciler hapse atılıyor" gibi mesnetsiz iddialar inandırıcı değil. Mustafa Balbay'ın askerle işbirliğini sergileyen o notları olmasaydı, bugün Silivri'de bulunmayacağını hepimiz biliyoruz. Uzun tutukluluk süresini eleştirirken, gazetecinin de hesap vermesi gereğini hatırdan çıkarmayalım.
Ertuğrul Özkök, 28 Şubat sürecinde yaşananlarla, bugünü kıyaslıyor. Bence, elmalarla armutları toplamaya çalışıyor.
CHP milletvekili, eski YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan'ın Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimleri öncesinde
"Bize militan lâzım" sözlerini hatırlayıp, bugün yapılanın, askerle birlikte saf tuttuğunu çeşitli vesilelerle gösteren bir Yüksek Yargı'yı arındırmak olduğunu bilelim.
"Parti kapatma davaları... Askeri brifingler... Cumhurbaşkanı seçimi ve 367... 'Evren'i yargılayalım'
diyen Sacit Kayasu'nun ve Şemdinli Savcı Ferhat Sarıkaya'nın HSYK tarafından meslekten ihracı... Aynı HSYK'nın Ergenekon davasına gösterdiği direnç... Anayasa Mahkemesi'nin 411 oya rağmen, anayasa değişikliğini esastan inceleyip iptal etmesi... Yargıtay üyesi Hamdi Yaver Aktan'ın 'Kim hizmet ederse onu Yargıtay Başkanı seçeriz'
deyip, Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya ile HSYK Başkanı Kadir Özbek'i yarışa sokması..."
Hangi birini sıralayayım bilmem ki!
Ertuğrul Özkök'ün kendisini anlatma ve aklama çabalarını takdirle karşılıyorum. Çünkü ancak, başkasına değer veren bir insan, böyle davranır. Ayrıca, yazılarını da, beğenerek okuyorum. Kuru lâflardan ibaret değil. His dünyasının da ipuçlarını veriyor. Ama sözlerine maalesef katılamayacağım. Dün, bugünün aynısı değil. Dünkü yanlışları da, bugünle mukayese ederek doğru gibi gösterip, aklayamayız.