Libya, kaygan bir zemin. Dolayısıyla, zaman zaman çelişkili açıklamalar gündeme gelebiliyor. Nitekim NATO'nun, Libya'ya müdahalesi hususunda Tayyip Erdoğan da birbirine zıt iki açıklama yaptı. 28 Şubat 2011'de, Almanya'da, "NATO, Libya'ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO, ancak mensubu olan ülkelerden birine müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya'ya nasıl müdahale edilebilir? Biz Türkiye olarak NATO'nun müdahalesine karşıyız" dedi. Buna mukabil, Türkiye, 2-3 günden beri, operasyonun NATO'nun komutası altına alınmasından söz etmeye başladı. Herhalde, birileri, Tayyip Erdoğan'a, NATO'nun "alan dışı" müdahale hakkını hatırlattı. NATO devreye girerse, daha etkili bir konuma geleceğimiz belirtildi. Bu yüzden, Türkiye'nin ilk günkü o katı tavrı, ters yönde, iyice esnedi.
Buna mukabil, -NATO tartışması haricinde- Türkiye'nin, Amerika ya da Fransa'ya göre çok daha ilkeli davrandığı düşüncesindeyim. Zaten çelişkili beyanlar, yaşanan zorluklardan kaynaklanıyor. "Sivillerin kanı akmasın" derken, o çatışmanın içine girip, bir kısım sivilin ölmesine sebebiyet vermek gibi ağır bir sorumluluk da taşıyor müdahaleci ülkeler.
Amerika'dan ya da İngiltere'den de birbiriyle ters düşen açıklamalar geldi. Meselâ Başkan Obama ve İngiltere Savunma Bakanı Liam Fox, "Kaddafi hedef" derken, ABD Genelkurmay Başkanı Mike Mullen, Pentagon sözcüsü William Gortney ve İngiltere Genelkurmay Başkanı David Richards, "Kaddafi'nin peşinde değiliz" diye konuştu. Beyaz Saray yönetiminden gelen açıklamada ise, "Hedefimiz Kaddafi'yi devirmek veya yönetimi değiştirmek değil" deniliyordu.
Anlaşılıyor ki, ayaküstü beyanlardan herkes kaçınmalı ve bin düşünüp bir konuşulmalı. Çünkü çok sayıda sivil Libyalının, ya Kaddafi tarafından, ya da koalisyon güçleri tarafından öldürülme ihtimali söz konusu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1973 sayılı kararı, hedefleri tam olarak belirlemiyor; sadece sivillerin ölümüne engel olunması isteniyor. Uçuşa yasak bölge ilân etmek suretiyle, Kaddafi'nin muhaliflerine yönelik saldırılarını engellemek tabii ki mümkün olamadı. Bu yüzden, tıpkı Irak savaşındaki gibi, geceleri, hedefleri vuran ışıklı bombaları görüyoruz. Henüz sonuçları tam olarak değerlendiremiyoruz ama sivil zayiat verildiğine dair kuşkular ve iddialar mevcut. Zaten, Arap Birliği Başkanı Amr Musa da, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına, "hava koridoru kontrol edilecek, siviller korunacak" diye iştirak ettiklerini, "Libya'da olup bitenlerin ise, uçuşa yasak bölge ilânından farklı gelişmeler gösterdiğini" söyledi. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ile görüştükten sonra, bu beyanından kısmen geri adım atmış olsa dahi, sözleriyle, Libya'da cereyan eden olayların Arap halkında yarattığı kuşkuları dile getirmiş oldu.
Türkiye'nin operasyonlara mesafeli durması, bugün, "devre dışı kaldı" iddialarına yol açsa bile, bir süre sonra, ülkemize yarar sağlayacaktır. Çünkü Birinci Dünya Savaşı'nı takip eden yıllarda, petrol ve gaz zenginliklerinin Batılı ülkeler tarafından aç gözlülükle paylaşılmasını unutmayan ve Irak'a yapılan müdahalenin sonuçlarını da yaşayan Arap halkı, ilk heyecan geçtikten sonra, ABD ya da Fransa'nın gerçek amaçlarını sorgulamaya başlayacaktır.
Tayyip Erdoğan'ın "Hedef belirlensin, zenginliklerin Libya halkına ait olduğu açıklansın" ısrarı da, aynı kuşkudan kaynaklanıyor. Sivillerin ölümüne sebebiyet verecek bir aculluk içinde olmaktansa, bir süre ikinci planda görünmek bence tercihe şayandır.