Ahmet Kekeç (Star), önemli bir noktaya parmak basmış: "...Efendim memlekette sivil faşizm varmış; özgür basın susturulma tehdidiyle karşı karşıyaymış... Memleketin sivil faşizme gittiğini söyleyenler, bakıyorum da faşizmin askeri olanından hiç şekvacı değiller. Bu kadar darbe olmamış, bu kadar muhtıra verilmemiş, Ergenekon iddianamesinden haber derleştiren gazetecilere 4 binin üzerinde dava açılmamış... Sahip oldukları köşelerde muhalefetin en ahlâk dışı, en rezil, en belden aşağı örneklerini sunuyorlar. 'Utanmaz Başbakan' diyorlar. 'Yandaş medya' diyorlar... Değer tercihlerine göre davranan insanları 'gaflet, delalet ve hıyanet' içinde olmakla suçluyorlar... Ne mahkemenin yolunu biliyorlar; ne savcılarla teşrik-i mesai yapmak zorunda kalıyorlar... Hepsinin işi tıkırında. İsteyen istediğini yazıyor. İsteyen istediği darbe cuntasıyla iş tutabiliyor. Sonra da, 'Memlekette basın özgürlüğü yok; korku imparatorluğu oluşturuluyor...' diyorlar..."
***
Benim demek istediğimi, çok daha iyi anlatmış Kekeç. Korkanları anlamaya çalıştıkça, iyice mağduriyet psikolojisine girip, kendilerini sivil diktanın kurbanı gibi gösterenlerin sayısı arttı. Oysa iki şeyi birbirinden ayırmak lâzım: 1) Medya patronuna yapılan baskı yüzünden o gazetede yazanların işlerinden olma korkusunu taşımaları ve otosansür uygulamaları. 2) Ergenekon ile bağları olduğundan şüphe duyulan gazetecilerin yargılanması. İkinci şıktakileri
"kurban" olarak göstermek ve
"Aleyhte yazan Silivri'ye gönderiliyor" diye bir genelleme yapmak doğru değil. Kekeç de, asıl kurbanın, darbelere karşı gelenler olduğunu anlatmaya çalışmış.
"Korku imparatorluğu"ndan söz edenleri, madalyonun öbür yüzünü görmeye davet ediyorum.