Tahliyeler, yargıda reform yapma gereğini bir kere daha gözler önüne serdi. Özellikle Yargıtay'ın yükü çok ağır; üstelik her sene bu yük artıyor. Aynı şekilde Adli Tıp'ta dosyalar birikiyor. Tebliğlerin gönderilmesi uzun süre alıyor. Ağır cezalık suçların sonuçlanması, ortalama 4 ilâ 6 yıl sürüyor. Önlem alınmazsa, bir davanın karara bağlanması için, git gide daha da uzun yıllar gerekecek.
Adalet mensuplarının gerçek gündemi, bu mesele olmalıydı. Ama maalesef, yargıya ilişkin sorunlar hep ideolojik perspektiften tartışıldı. Yargıtay ya da Danıştay Başkanları, ya "Hükûmet, Yargı'yı ele geçiriyor" veya "Laiklik elden gidiyor" gibi görüşlerle gündeme geldi. Türban konusunda sesleri çok yüksek çıktı ama Adalet Bakanlığı'na "Neden bütçeden yeterli pay ayrılmıyor? Dosya yükünü hafifletecek şekilde daire sayısı arttırılmıyor? Niçin hâlâ istinaf mahkemeleri kurulmadı?" şeklindeki beyanlarına pek rastladığımızı söyleyemeyeceğim.
Başörtüsünü, üniversitede serbest bırakmak üzere yasal düzenlemeler yapıldığında, Yargıtay Başkanlar Kurulu, "Laikliği doğrudan ya da dolaylı yoldan zedeleyecek değişikliklere karşı çıkılacaktır" kararını aldı. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, "Meclis, yetkisini laikliği zayıflatmak için kullanamaz" dedi. Başkan vekili Osman Şirin, "Laiklik ilkesinin zayıflatılması kabul edilemez. Hukuki eylemlerimiz ile laikliğin arkasında olacağız" şeklinde konuştu. Danıştay Başkanı Mustafa Birden'i ise, kâh katsayı üzerinde görüş beyan ederken, kâh referanduma sunulan anayasa değişikliğini eleştirirken gördük. Oysa siyaset kokan mülâhazalar yerine, kamuoyunu, gelen tehlikeden haberdar etmeye çalışabilirlerdi. (Zaten, Danıştay, istinaf mahkemelerini de bir siyasi tertip olarak görüyor; benimsemiyordu.)
Tutukluluğu sınırlayan kanun 2005'te çıkmış, önce 2008, bilahare 2010 sonuna ertelenmişti. Demek ki, 5 yıldan beri ilgililer durumun farkındaydı. Peki niçin gerekli adımlar atılamadı? Danıştay, hâkim ve savcı atamaya çalışan hükûmetin önünü sürekli kesti. Zira Yüksek Yargı, siyasi iktidara güvenmiyordu. İstinaf mahkemeleri de, yargıyı ele geçirmenin bir tertibi olarak görüldü ya da kısaca "bölücülüktür" denildi. İtiraf edeyim ki, siyasi iktidar da yargıya güvenmiyordu. Bu güvensizlik ortamında, siyaset, adaletle kol kola yol aldı ve bugünkü noktaya gelindi.