CHP Kurultayı'ndan sonra derin düşüncelere daldım. Her ülkede "sol", daha ziyade özgürlükçüdür; değişimden yanadır. Bizde ise tam tersi.
Mesela Kemal Kılıçdaroğlu, "Kürt" kelimesini bile ağzına alamayacak kadar "utangaç" demokrat. Neden, değişim, dönüşüm, sağ/muhafazakâr partilerden gelirken, "sol" statükoya yapışıyor? Bunun en önemli sebeplerinden biri, "tepeden inmecilik" mirası, diğeri "darbe" virüsü.
Buradan yola çıkarak, son öğrenci hareketlerini darbeyle ilişkilendirmek istediğim ya da, Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki bir CHP'nin, hâlâ, "tepeden inmeci" özelliğini koruduğunu iddia ettiğim sanılmasın. Zaten, Ergenekon operasyonları sayesinde, şimdilik bu potansiyel ortadan kayboldu.
Ama öğrenci kolektiflerinin özgürlükten yana olmadığını göstermek için, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde astıkları başörtüsü karşıtı afişi hatırlatırım. Kolektifler, başörtülü kızların üniversiteye girmesini protesto etmişlerdi ve hatta bu yüzden farklı görüşteki gençlerle kavgaya tutuşmuşlardı.
Bir süredir solcu gençlik konusunu yazmayı düşünüyordum. Geçtiğimiz hafta sonu, iki değerli aydının, soldaki bu hastalığa parmak bastığını gördüm.
Onlardan da yararlanarak konuyu gündemime alıyorum.
***
Tarihçi Profesör
Şükrü Hanioğlu, 1932'de yayınlanmaya başlayan
"Kadro" dergisini hatırlatıyor.
Kadrocular, imtiyazsız, sınıfsız bir topluma ulaşmak için, entelektüel seçkinlerin -yani kendilerinin- kitlelere yol göstermesini savunuyorlardı.
1929 krizinin de etkisiyle, devletçi, planlamacı, içe kapanık bir ekonomiden yanaydılar; antikapitalist, antiemperyalist bir çizgiyi benimsiyorlardı.
"Ulusun uyandırılması için yukardan aşağı devrimi" öngörmüşlerdi; bu çerçeve içine oturttukları Kemalizm'e sahip çıktılar.
Şükrü Hanioğlu,
"Kadro mecmuası tarafından yapılan Kemalizm yorumunun, günümüz Cumhuriyet Halk Partisi, Türk solu ve ulusalcılığının ideolojik temellerine uzanan etkileri olduğu şüphesizdir" diyor.
***
Tepeden inmecilerin, 27 Mayıs darbesinden sonra yolları açıldı.
"Cahil oy çoğunluğuna" rağmen, iktidara gelmenin, askeri yedeğine alarak mümkün olduğu görüldü.
"CHP+Ordu= İktidar" formülünün geçerliliği yıllarca sürdü. En azından kitlelerin zihnine bu kanaat yerleşti.
Maalesef 68 kuşağı gençleri de, bütün iyi niyetlerine rağmen, Milli Demokratik Devrim hedefine varmak için kullanıldılar.
Sözü,
"68 kuşağından" Murat Belge'ye bırakıyorum:
"...12 Mart öncesindeki öğrenci hareketinin önemli bir bölümünün, son analizde, (sol bir karakter taşıyacağı umulan) bir askeri darbeye zemin hazırlama amacıyla davrandığı inkâr edilemez. Böyle olması, Türkiye'deki 68 gençliğinin, kendi buluşu sonucu değildi. Bu gençlerin, feyz almak için baktıkları daha yaşlı kuşağın sosyalist olarak tanınan aydınlarının onlara gösterdiği yöndü bu."
Doğan Avcıoğlu'nun önderliğinde, Uğur Mumcu, İlhan Selçuk gibi isimler, Güney Amerika tipi devrimciliği savunuyorlar, Türk Halk Kurtuluş Ordusu'nu kuran gençleri alkışlayarak,
"Masa başı devrimciliği olmaz" mesajını veriyorlardı. Avcıoğlu, Ulusal Kurtuluş savaşının antiemperyalist, bağımsızlıkçı yanını temel alarak, Kemalizm'in değerleriyle sosyalizmi birleştirmeyi amaçlıyordu. Türkiye'de işçi sınıfı yeterince gelişmemişti, ordunun da desteği sağlanarak, halkın yanındaki aydınlardan kurulmuş sol-Kemalist bir yönetim, devrimin yolunu açacaktı.
Bunun için, asker ve sivillerden oluşan
"zinde kuvvetler" harekete geçirilmeliydi.
"Cici demokrasi" yıkılıp, onların eliyle,
Milli Demokratik Devrim gerçekleştirilecekti.
Bugüne geldiğimizde, aynı çizgiyi Ergenekon'da görüyoruz. Asker-sivil aydınlar, ulusalcı-sol bir şemsiye altında gene darbe hazırlığına girişmişlerdi.
Kadro mecmuasından bugüne, onlar açısından hiçbir şey değişmemiş. İşte
"statüko" böyle bir şey.