2000 yılında Andıç'ı ortaya çıkardığımda, Genelkurmay Başkanı'nın tepkisi, İlker Başbuğ gibi olmuştu. O zaman, işbaşında Hüseyin Kıvrıkoğlu vardı. İnsanları haksız yere karalayan Andıç'ı hedef alacağına, "karanlık amaçları olan ve Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni yıpratmaya çalışan" biri olarak beni hedef almış, ağır bir bildiri yayınlamıştı.
28 Şubat sürecinde, bir fişleme belgesi hazırlayan Batı Çalışma Grubu, İstihbarat Daire Başkan vekili Bülent Orakoğlu ve onbaşı Kadir Sarumsak tarafından ortaya çıkarılmıştı. Orakoğlu "azmettirmekten", Sarumsak ise, - belgeyi Deniz Kuvvetleri'nden çaldığı için- "casusluktan" yargılandı. Belgenin altında Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya'nın imzası vardı ama ona hiçbir şey olmadı.
"Bazı Aleviler, İşçi Partisi, bazı TSK mensupları ve bazı memurlar tarafından, emperyalistlerle ve cumhuriyet karşıtlarıyla mücadele etmek amacını taşıyan Karargâh Evleri'ne" ait belge, Aydınlık gazetesinin aranması sırasında ortaya çıkmıştı. Karargâh Evleri'nin Harp Akademisi ve Hava Harp Okulu'nda teşkilâtlandığı belirtiliyordu. Genelkurmay Başkanlığı, o tarihte, sadece belgenin kimin tarafından sızdırıldığını araştırmakla yetindi.
Özden Örnek'e ait günlüklerde de aynı şey olmadı mı? Genelkurmay bünyesinde bu konuda bir delile rastlanmadığı belirtildikten sonra, darbe hazırlıklarının üzerine gidileceğine, vesikaları yayınlayan Nokta dergisini dava ettiler.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Genelkurmay Başkanlığı "kol kırılır yen içinde kalır" inancından hâlâ vazgeçmedi. Bu defa da, Albay Dursun Çiçek'e ilişkin belgedeki ıslak imza ortaya çıktı. İlker Başbuğ, bundan sonra ne yapacağını açıklayacak yerde, ihbar mektubunun medyada yer almasına kızıyor. Böyle yıkıcı bir faaliyeti hukuk devleti adına kaygı verici görmüyor da, sadece haberin yayınlanmasını bu kapsamda değerlendiriyor. Yazık!