ABD ile menfaatlerimiz örtüşüyorsa, dolayısıyla Kürt meselesinin çözümünde, (daha doğrusu Türkiye meselesinin hallinde) fevkâlade müsait bir ortam doğduysa, sevinmek gerekmez mi?
Lâflara bir bakalım: Türkiye bu açılımı, ABD talep ettiği için yapıyormuş. (Amerika istiyor diye, biz, demokratikleşmeye karşı direnmeli miyiz?)
Daha ilerisi de var: ABD, Türkiye'yi bölmeyi hedefliyor. Demokratik açılım da, bu amaca hizmet ediyor. (Sakın, Atatürk'ün dediği gibi, iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmiş olmasınlar!!!)
Levent Kırca'nın bile böyle bir yorum yaptığını okuyunca, "Pes" dedim. İşte Kırca'nın sözleri: "Bu açılım, Amerika'nın buyruğu altında, Türkiye'nin bölünmesine yönelik ilk adımdır. Şehitlerimizin kemikleri sızlar." Levent Kırca solcu ama, aynı şarkıcı İsmail Türüt'ün çizgisinde. Bakın Türüt, gelişmeleri nasıl yorumlamış: "Kürt davası bölücülüktür. Bu ülkede yerli gâvurlar da var."
Açılıma karşı farklı tepkiler ortaya çıkıyor. Kimi, Levent Kırca, ya da İsmail Türüt kıvamında, "basma kalıp" sözlerle Türk milliyetçiliğini kaşıyor. Kimi, "dinci" iktidara güvenmediği için, açılımı desteklese dahi, Tayyip Erdoğan'ın önderliğinde gerçekleşmesini içine sindiremiyor. Fazıl Say, bu tavrın en baş temsilcisi: "Türkiye, 15-20 yıldan bu yana, konunun çözümü için uğraşıyor. Tayyip Erdoğan'a mal edilmesini doğru bulmuyorum. Gerçek kahramanlar, gerçek liderler başka insanlar. Tayyip Erdoğan'ı kutlamak doğru bir şey değil. Erdoğan, gericilikte, dincilikte, Ergenekon'da, bizi birçok sorunla baş başa bıraktı."
Kimi sanatçı da, "karizması çizilmesin" diye, doğrudan karşı çıkamıyor ama, Tayyip Erdoğan'ı da destekler pozisyona düşmemek için "Paketin içeriği açıklansın sonra konuşurum" havasında.
Tarık Akan: "İçerik net değil konuşamam."
Müjdat Gezen: "Açılımın ne olduğu açıklandığı gün fikrimi söyleyeceğim."
Ozan Arif: "Kürt açılımı diyorlar, içeriğini açıklamıyorlar. Halkın aklı karışıyor. Popülist politikalarla oy kazanma çabasındalar."
Derinlemesine tahlil yapma gayretine girenlerin, çuvalladıklarına da şahit oluyoruz. Meselâ Fikret Hakan, "Meclis'te demokrasi var mı ki, demokratik açılım olsun" gibi bir dizi cümleyi geveledikten sonra "çözümünü" söyledi: "Eskiden olduğu gibi Türkiye'de gene Temsilciler Meclisi kurulsun."
Oysa, Türkiye'de, eskiden Temsilciler Meclisi değil, gene Türkiye Büyük Millet Meclisi vardı. Ama TBMM, Meclis ve Senato adlarını taşıyan iki yasama organına sahipti. Temsilciler Meclisi ABD'dedir ve Kongre denilen yasama organı bünyesinde, Senato'nun yanı sıra faaliyetini sürdürür. Fikret Hakan "Temsilciler Meclisi" derken, büyük ihtimalle Senato'yu kastetti. Senato'nun Meclis'e bir üstünlüğü yoktu ki! Senatörler de partilerden seçilerek geliyorlardı, yalnız cumhurbaşkanının bir miktar kontenjan senatörü atama hakkı vardı. Ayrıca 27 Mayıs darbesini yapan Milli Birlik Komitesi üyeleri de, "Tabii senatör" (Ömür boyu senatör) konumundaydı. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın, Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler'i kontenjan senatörü olarak atayıp, onun, silâhların gölgesinde cumhurbaşkanlığı yarışına girmesine zemin hazırladığı da hatırlandığında, Fikret Hakan'ın demokrasi adına niçin Temsilciler Meclisi'ne bu kadar bel bağladığı pek anlaşılamıyor.
Sanatçı Sümer Dilmaç'ın "açılım" konusundaki cümlelerini okuyunca, iyice vurgun yemişe döndüm. Dilmaç, "Bir telif yasası bile doğru düzgün uygulanamazken" açılıma karşı çıkıyor. "Sadece Kürtler için mi demokrasi olacak? Sanatçıları düşünen yok" diyor.
Ne yalan söyleyeyim, bazı sanatçılarımızın görüşleri bana hüzün verdi; entelektüel zaafiyet beni üzdü. O zaman, bari İbrahim Tatlıses gibi dobra dobra konuşsalardı: "Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar. Gülen anneler görmek istiyorum; hangi iktidar yapsaydı desteklerdim."