Yaz aylarında İstanbul ihanete uğruyor. Çok sayıda İstanbullu, sıcak, rutubetli havayı, stresli hayatı terk edip, kendini, Bodrum'un yeknesak huzuruna bırakıyor; kâh denizde, kâh deniz kenarı bir lokantada sükûnet içinde günlerini geçiriyor. Dedikodu sayfalarına taşan hareketli Bodrum'un yanı sıra, son derece sakin bir yaşantı da var bu kentte; hesapsız ilişkiler, programsız, randevusuz bir hayat. Ve hiç ummadığınız bir anda, en merak ettiğiniz, en sıra dışı kişilerle karşılaşma imkânı.
Ben Güvercinlik'te deniz kıyısında oturuyorum. "Ev alma komşu al" demişler ya, ev aldım ama, fark etmeden bir de çok iyi komşu almışım: Yasemin ve Mustafa. Yasemin'in kardeşi Gökhan Hotamışlıgil, şişmanlığa ve şeker hastalığına yol açan geni bulmuştu. Harvard Üniversitesi'nde profesör, bilim adamı, araştırmacı. Bir baktım, bizim rıhtımda, deniz kenarında. Gazeteci, eline geçen böyle bir fırsatı kaçırır mı, hemen sohbete başladık. Ve şu anda sizlerle paylaşacağım müthiş bir bilgi öğrendim.
Gökhan Hotamışlıgil, her yıl, Bodrum'a, Sea Garden'a gelir; hem ailesiyle, hem de dostlarıyla hasret giderir. Amerika'daki başarıları Türkiye ile bağını hiç eksiltmemiş. Aksine, günün birinde bir laboratuvar kurup, kendi ülkesinde de araştırmalar yapmayı, hem de araştırmacılar yetiştirmeyi arzu ediyor. Sohbetimize, "şişmanlık- zayıflık" konusuyla girdik.
İnsan, gerekli kalorisinin % 40 eksiği ile beslendiği takdirde, vücudunda olumlu değişiklikler ortaya çıkabiliyor. Yüksek kolesterol ve tansiyon düşüyor; tümöre yatkınlık azalıyor; şeker miktarı düşüyor; bütün olumsuz faktörlerin yol açtığı vücuttaki hasarlar düzeliyor ve dolayısıyla hayatı uzuyor.
Bu cümleleri duyunca gözlerim faltaşı gibi açıldı. "O zaman hepimiz az tüketelim. Ama git gide zayıflamaz mıyız?" diye sordum.
-Yok, zaman içinde vücut kendisini dengeliyor, kilo kaybı duruyor. Ama biz deneylerimizi insan üstünde yapmıyoruz. Mamafih, Amerika'da, bu sistemi uygulayan küçük bir grup var. Sağlık göstergeleri her geçen gün düzeliyor. Fakat, bir ay, üç ay gibi kısa sürelerle değil, bunun bir hayat tarzı haline gelmesi lâzım; süreklilik gerekiyor. Tatbik etmek çok zor, çünkü, kolay kolay insan yaşamıyla bağdaşmıyor. Devamlı açlık hissi. Psikolojik olarak kendinizi kötü hissediyorsunuz; vücut ısısını kontrol etmek de çok zor.
-Yüzde 40 az beslenince vücutta nasıl bir değişim ortaya çıkıyor?
-Dışarıdan yeterli kalori girmeyince, yağ da az girince, vücut kendi yağını üretiyor; kendi yağ dokusundan yağ üretiyor. Yağ dokusu, normalde yağı depolar. Depolayacak yağ yoksa, kendi yağlarını üretir. Bu yağlardan bir tanesi lipokin hormonu. Yağ asidi tabiatında, ama hormon görevi yapıyor lipokin.
-Biraz daha açabilir misiniz?
-Biz aslında başka bir deney yapıyorduk. Hayvandan, yağlara bağlanan proteinin genini çıkarttık. Yani, geni eksilttik. Sağlıksız olacağını düşünürken, kalori kısıtlamasına koymuş gibi, olumlu değişiklikler ortaya çıktı. Hastalığa direnç oluştu. Bu nereden kaynaklandı derken, lipokin hormonunu bulduk.
-Yağlara bağlanan protein genini insanlarda da çıkaramaz mısınız?
-O gen, bütün hücrelerde var. Kök hücresinden geni çıkartıp, hayvanı eksik genle kök hücresinden oluşturduk. Bunu insanlarda yapmak elbette imkânsız. Genin ürettiği proteini (AP2) biliyoruz. Bu proteini çalışmaz hale getirecek kimyasalı üretmeye çalışıyoruz. Daha doğrusu ürettik ve farelerde uyguluyoruz. Diyabet ile kalp hastalıklarında olumlu gelişme tespit ettik.
-Toparlamak gerekirse, aslında yüzde 40 az beslenirsek sağlığımız iyiye gidecek. Ama bu psikolojik olarak insanı bozuyor. Aynı zamanda, vücudun ısı dengesini de muhafaza edemiyorsunuz. Farklı bir şekilde hedefe ulaşmak için araştırmalar yaptınız, yağlara bağlanan protein geninin vücuttan eksilmesiyle, lipokin hormonu sayesinde sağlıkta müspet gelişmeler tespit ettiniz. Bu gen, insanın bütün hücrelerinde olduğu için, çıkaramıyorsunuz. Ama, onu etkisiz hale getirmek için bir kimyasal ürettiniz, farelerde deniyorsunuz. Peki tabiatta o madde yok mu?
-Eser miktarda bazı ürünlerde var. Formülü şu: C16:1n7=POLMETOLEATE (Palmitoleik asit)
-Palmitoleik asit bulunan ürünlerin adını verebilir misiniz?
-Vermek istemiyorum. Çünkü, bu çok ciddi bir çalışma. Ürün ismi verirsek, "zakkumcu doktora" döneriz. Gökhan Hotamışlıgil, ipucu olarak, Antalyalı bir doktordan aldığı e-maili verdi. E-maili gönderen Giresunlu profesör, Gılgamış destanında böyle bir bitki olduğundan söz etmiş: "Özellikle tatlı suların denize kavuştuğu ırmak ağızlarındaki kumsallarda yetişen dikenli ve kokulu bitkinin, sizin bahsettiğiniz palmitoleik asit maddesini içermesi sebebiyle, Gılgamış destanında adı geçen gençlik bitkisi olabileceğini düşündük. Hotamışlıgil sözcüğündeki harflerin, Gılgamış kelimesindeki harflerle oluştuğunu fark ettiğimden, sizi, çağımızın Gılgamış'ı ilân ediyorum."
Peki Gılgamış destanıyla bu bitkinin ne ilişkisi var? Onu da anlatmış profesör mektubunda: "Gılgamış, Nuh Peygamberden öğrendiği, Kızıl Irmak ve Yeşil Irmak deltasında yetişen dikenli bitkiyi yemek üzereyken, bir yılan onu elinden kapmış. Gılgamış da, ebedi gençliğe veda etmek zorunda kalmış böylece."
ÖNCE SOHBET, SONRA BRİÇ...
Hotamışlıgil çiftiyle, briç de oynadık. Önce bir bilim adamıyla aynı masaya oturmaktan çekindim doğrusu. Ama, briçte, kendi sahasındaki kadar iddialı olmadığını görünce, endişem dağıldı.