Mazlumder ve Özgür Eğitim-Sen, 28 Şubat'ta darbe planladığı iddiasıyla, -son kasetine dayanarak-, eski Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı hakkında suç duyurusunda bulundu. Karadayı ise, yıllardır süren suskunluğunu bozarak, Taha Akyol'a bir açıklama gönderdi. (4 Mart 2009-Milliyet) 28 Şubat sürecinde "Yazarları atacaksınız" diye kimseye emir vermediğini söyledi. Sadece yazarların susturulması değil, Erbakan'ın istifasıyla da hiçbir ilgisinin bulunmadığını açıkladı. Hatta Cumhurbaşkanı Demirel'in, Mesut Yılmaz'ı başbakan yapması bir sürpriz olmuş.
Gazetecilerin işten atılması hususunda, belki Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir 'in ya da Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak 'ın gayretleri, Karadayı'nın da bu işe müdahalesine ihtiyaç bırakmıyordu. Ama herhalde, gazetecilerin işlerine niçin son verildiğini anlayacak bir asgari dirayeti vardı; basın mensuplarının gazetelerden adam kovdurmaya soyunan bazı askerlerin gayretiyle işlerinden atıldığını mutlaka anlamıştı. Meselâ benim Mart 1998'de Akşam'dan çıkarılmamın sebebi, Erol Özkasnak'ın Mehmet Emin Karamehmet'e verdiği talimattı. Karamehmet, Ankara'ya çağrılmış, Özkasnak onu kapıda ve ayakta bekletmiş, o sırada telefonla konuştuğu Teoman Koman'a hitaben sarf ettiği "Karamehmet mi, Karaahmet mi, çağırdım geldi, şimdi karşımda" sözleriyle de, Akşam'ın sahibini istiskal etmişti.
Darbe dönemlerinde mağduriyete uğramak, gazeteci için şereftir. Her askeri dönemde, mutlaka başıma bir hadise gelir. Bu bakımdan, Erol Özkasnak'ın direktifiyle kovulmuş olmayı, içimde bir ukde olarak taşımıyorum.
Ama keser döndü sap döndü, gün geldi hesap döndü. Karadayı, 28 Şubat'ın hesabının sorulacağı kaygısıyla, izahatta bulunma ihtiyacını hissetti. Patrona adam kovdurma işinde olmadığını söylüyor Taha Akyol'a. Haydi bu noktaya inanalım... Ama Refahyol Hükûmeti'nin devrilmesi meselesinde de mi yok? Peki, o zaman, Demirel, niçin "Ordu Nizamiye'den döndü" dedi? Gerçi, sıcak bir darbeyi Karadayı'nın önlediğini de söyledi ama netice itibariyle bilfiil müdahale olmasa dahi, Milli Güvenlik Kurulu'nda hükûmete dayatılan maddeler, yargı organlarına zoraki brifingler, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde kurulan Batı Çalışma Grubu... Bunların hepsi suçtur. Cebir kullanarak, anayasal düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye, TBMM ya da hükûmetin görevini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, Türk Ceza Kanunu'nun 309, 311, 312'nci maddelerinde cezalandırılmıştır. Gerçi hükûmet istifa edince, Kur'an kurslarına yaş sınırı, İmam Hatiplere katsayı engeli getirilince, bu okulların orta kısımları kapatılıp, üniversitelerde başörtülü avı başlayınca, ordu Nizamiye'nin kapısından dönmüştür fakat askerin oraya kadar gelmiş olması da suçtur. Çünkü Nizamiye kapısına gelmekteki amaç, Meclis ve hükûmet üzerinde cebir uygulamaktır.