Silah bırakmak ve barışa doğru adım atmak için PKK'nın karşısına bugüne kadar pek çok fırsat çıktı. Fakat PKK hepsini reddedip şiddet ve terörü tercih etti. Son günlerde Silopi ve Cizre gibi noktalarda saldırıya geçen PKK, bundan da bir şey elde edemeyecek. Çünkü PKK bu yeni şiddet dalgasını sürdürmek için ne yeterli güce ne de desteğe sahip. Tersine, PKK terörüne ve siyasi hoyratlığa yönelik tepki ve öfke giderek derinleşiyor. PKK'nın ve siyasi uzantılarının evdeki hesapları her defasında milletten geri dönüyor. PKK'nın kazdığı hendekler kendisinin siyasi mezarlığı haline geliyor.
Son dönemde PKK üç büyük hesap hatası yaptı. PKK'nın hesabı ilk olarak Suriye meselesinde bozuldu. PKK, DAİŞ'e karşı savaşıyorum iddiasıyla Batı'nın gözünde meşruiyet kazanmak ve kendine siyasi alan açmak istedi. "Suriye'de savaş varken silah bırakmayız" diyen Kandil, böylece Suriye'yi bir bahane olarak kullandığını itiraf etmiş oluyor. Batı medyasının ve bazı Batılı hükümetlerin DAİŞ'le mücadelede PKK'yı "güvenilir bir ortak" gibi göstererek destek verdikleri de bir gerçek.
Suriye savaşını yakından takip eden herkes bilir ki DAİŞ'le savaşan pek çok Suriyeli muhalif grup var. Fakat bu gruplar gereken desteği almıyor. Rusya'nın son bombardımanlarından sonra bırakın DAİŞ'le mücadele etmeyi, kendilerini bile koruyamayacak duruma geldiler. PYD'nin Tel Abyad ve kontrolü altındaki diğer bölgelerde işlediği savaş suçları ise Uluslararası Af Örgütü tarafından geniş bir rapor halinde yayınlandı. PKK artık bölgedeki propaganda savaşını kaybetmeye başladı.
PKK Suriye savaşını ve DAİŞ'le mücadeleyi bahane ederek terör siyasetini sürdürmek ve Türkiye içinde yeni yığınaklar yapmak istiyor. Öte yandan PYD'nin Esed rejimi ile şaibeli ilişkileri, Arapları ve Türkmenleri göçe zorlaması, Suriye'de ciddi rahatsızlığa sebep oluyor. PYD'nin silah zoruyla fiili durum yaratma çabası, ne DAİŞ'le mücadelenin bir parçasıdır ne de Suriye'nin toprak bütünlüğü ve birliği için kabul edilebilir bir yaklaşımdır.
Dış dünyada PKK, Türkiye'nin Suriye'de DAİŞ'le mücadele eden Kürtleri vurduğuna dair kara propaganda yapıyor. Bunun büyük bir yalan olduğunu aslında PKK'lılar da biliyor. Türkiye, Suriye Kürtlerini değil Kandil'de ve Kuzey Irak'ta PKK'nın eğitim kamplarını bombalıyor ve güvenlik güçlerimizi ve sivilleri öldüren PKK'lı teröristleri hedef alıyor. Hiç kimse Türkiye'yi kendisini tehdit eden terörle mücadele ettiği için eleştirme hakkına sahip değil.
PKK'nın tutmayan ikinci hesabı, Türkiye'nin iç politikasına dair yaptığı yanlış okumalar. PKK kadroları, çözüm süreci devam eder endişesi ile HDP'nin 7 Haziran'da sandıkta elde ettiği başarıyı ellerinin tersiyle bir kenara ittiler ve terör eylemlerine yöneldiler. HDP'li siyasilere de baskı kurarak dağın talimatlarını harfiyyen yerine getirmelerini istiyorlar. Bunun faturasını ise HDP ödüyor. 1 Kasım seçimlerinde bir milyondan fazla oy kaybederek Meclis'te 21 sandalyeden oldular. Dahası, siyasi meşruiyetleri gölgelendi. HDP'nin örgüt vesayetindeki parti kimliği, siyasetin imkanlarını ortadan kaldırıyor.
PKK'nın tutmayan üçüncü hesabı, Cumhurbaşkanı Erdoğan konusunda oldu. Batı medyasının Erdoğan karşıtı kampanyasını arkasına almaya çalışan PKK ve uzantıları, umduklarını yine bulamadı. 4 yıl boyunca silahların susmasını sağlayan, Çözüm Sürecini ve ardından Milli Birlik ve Kardeşlik Projesini başlatan, DAİŞ Kobani'ye saldırdığında 190 bin kişiyi ülkemize alan ve şehrin savunması için Peşmerge ve Özgür Suriye Ordusu'nun geçişine izin veren Cumhurbaşkanı Erdoğan'dandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'a teşekkür etmek yerine Kobani üzerinden manipülasyon yapmaya çalışanlar, 7-8 Ekim olaylarında insanları sokağa dökerek çoğu Kürt 50 vatandaşımızın ölmesine sebep oldular.
Silah bırakma ve barış umudunun doğduğu her anda PKK silaha ve şiddete başvurdu. Bu nihilist tavrından da vazgeçemiyor. Çünkü PKK, silahlar susar ve barış gelirse ondan sonra ne yapacağı konusunda ontolojik bir sorunla karşı karşıya üstelik çözüm sürecini istismar ederek tarihi bir fırsatı heba etti. "Çözüm sürecini kim sabote etti?" sorusunun cevabını da burada aramak gerek. Siyasetin önünü açan iradeye silahla, mayınla, eşkiyalıkla karşılık veren bir örgütün barış ve çözümden yana olmadığı ortada.
Hiç bir demokratik devlet, bir terör örgütünün vatandaşlarını tehdit ve tedhiş etmesine izin vermez, veremez. Türkiye'nin terörle mücadelede müttefiklerinden ve uluslararası toplumdan destek ve işbirliği talep etmesi hem hukuken hem de siyaseten meşrudur. DAİŞ'le mücadele kılıfının arkasına sığınarak PKK terörünü meşrulaştırmak, terörü estetize etmek ve şirin göstermeye çalışmak, hiç kimseye fayda getirmez.
PKK'nın istismar ve sabotaj siyaseti her seferinde boşa çıkıyor. Fakat örgüt 1984'den bugüne silah ve terör dışında bir yöntemi kabullenemediği için çatışmaları sürdürmeye çalışıyor. Belediyenin iş makinalarıyla kazdığı hendekler kendisinin ve uzantılarının siyasi mezarı haline geliyor.
Bütün bunlara rağmen Ankara, Kürtler başta olmak üzere bütün vatandaşlarının hak ve hukukunu korumak, kamu düzenini tesis etmek ve yaşam standartlarını yükseltmek için kararlı bir duruş sergilemeye devam ediyor. Özgürlük, demokrasi ve güvenlik dengesini kurmuş bir siyasi-toplumsal zemin, bu sorunun çözümü için kritik bir öneme sahip. Herkesin bu zeminin inşasına katkı sunması, tarihi bir sorumluluktur.