Voltaire'e Kutsal Roma İmparatorluğu hakkında ne düşündüğü sorulduğunda nükteli bir cevap verir: "Ne kutsaldı, ne Romalıydı ne de imparatorluktu." DEAŞ ya da diğer adıyla Irak-Şam İslam Devleti de benzer bir nitelemeyi hak ediyor. DEAŞ ne 'İslam' ne de bir 'devlet.' Daha ziyade, Suriye'deki savaştan yararlanarak İslam aleminde ve dünyada kaos yaratmayı amaçlayan bir terör örgütü.
DEAŞ terörüyle baş etmek için hem radikal söylemlerle hem de olgularla mücadele etmek gerekiyor. Son iki yıldır, 'DEAŞ'ı geriletmek ve yok etmek' öncelikli hedef olarak belirlendi. Ancak DEAŞ-karşıtı uluslararası koalisyonun zahirdeki bütün mücadelesine rağmen örgüt hâlâ ayakta, büyüyor ve faaliyet alanını genişletiyor. Bu, taktiksel bir başarısızlık mı yoksa ortada başka bir durum mu var?
DEAŞ'ın bu noktaya gelmesinin çeşitli sebepleri var. Gerek İslam ülkelerinin gerekse Batılı ülkelerin, radikal fikirlerin ve şiddet yanlısı aşırılıkçılığın kendi toplumlarında yayılmasına yol açan farklı nedenleri enine boyuna ele alması gerekiyor. Ama öncelikle şunun altını çizmek lazım: Suriye'deki Esed rejimi ve işlediği savaş suçları, DEAŞ'a Mısır ve Irak'tan Fransa ve Belçika'ya kadar çok geniş bir coğrafyada terör estirmek için ihtiyaç duyduğu her türlü bahaneyi ve imkanı sunuyor. Esed rejimi iktidarda kaldığı müddetçe DEAŞ güçlenmeye devam edecek. Nitekim Suriye Ulusal Konseyi'nin mevcut başkanı ve üç selefi (Muaz el-Hatib, Ahmed Asi el-Carba, Hadi el-Bahra ve Halid Hoca) bunu açıkça ifade ediyor: "Suriye'deki krize yönelik plansız yaklaşım bir felakete yol açtı. Suriye'deki savaşı sona erdirebilecek ve DEAŞ gibi terör örgütlerini temelli yok edebilecek kapsamlı çözümlere ihtiyaç var" bkz(https://www.theguardian.com/commentisfree/2015/nov/20/syria-peace-assad-removed-russia-isis)
Burada 'kapsamlı çözüm' ile kastedilen, son dört yılda üç yüz binden fazla insanın ölümüne neden olan Esed rejiminin iktidarı bırakmasını sağlayacak adil ve anlamlı bir siyasi geçiş sürecinin bir an önce uygulanması.
Bunun dışındaki diğer tüm çözümler kendini kandırmak anlamına gelir. Rusya'nın son dört haftadır ılımlı Suriyeli muhaliflere yönelik kasıtlı saldırıları, Henry Kissinger'ın Rusya'nın İran ve Hizbullah'la birlikte Suriye'ye askeri müdahalede bulunmasının yararlı ve hatta DEAŞ'a karşı gerekli olduğu yönündeki iddiasını bütünüyle çürüttü. Rusya-İran ittifakı DEAŞ'ı yok etmekten ziyade Esad rejimini kurtarma peşinde. Nitekim son günlerde Rus-Esed-İran güçlerinin Bayırbucak Türkmenlerinin bulunduğu Türkmen Dağı ve civarını vurması, bu planın bir parçası. Amaç, Türkmen bölgelerini pasifize ederek önce Cisru'ş-şuğur'u, ardından muhalifler için kritik önemdeki İdlib'i ele geçirmek. Türkmenlerin ve diğer ılımlı Suriye muhalefetinin bulunduğu bu bölgede DEAŞ ya da başka bir terör örgütü yok. bkz(https://www.wsj.com/articles/a-path-out-of-the-middle-east-collapse-1445037513)
Rusya'nın oyun planı, DEAŞ'a karşı Suriye'deki devlet kurumlarının tamamen çökmesini engellemek gerektiği varsayımına dayanıyor. Ancak Frederic Hoff'un da belirttiği üzere bu temelsiz iddianın sahadaki gerçeklerle bir ilgisi yok. Tersine, ılımlı Suriyeli muhalif grupların Suriye'de DEAŞ'la etkili bir şekilde mücadele etmesinin önündeki en büyük engel, Esed rejiminin varil bombaları ve sivil-asker ayrımı yapmayan toplu katliamları. Ülkenin kontrolünü çoktan kaybeden Esed, geriye kalan devlet ve güvenlik kurumlarını kullanarak sadece kendi geleceğini kurtarmaya çalışıyor. Esed'in sabıkalı ve acımasız rejiminin aygıtlarını "sorumluluk sahibi ve meşru devlet kurumları" gibi göstermek de çok vahim bir siyasi hata. Şu anda devam eden Viyana süreci, daha önce başarısızlıkla sonuçlanan Cenevre görüşmelerinin hatalarını tekrar etmekten kaçınacaksa, öncelikle Esed rejiminin sorumlu ve meşru bir yönetim olma vasfını çoktan kaybettiğinin görülmesi gerekiyor. Aksi halde bu süreç de sadece Esed rejimine toparlanmak için vakit kazandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. bkz(https://www.newsweek.com/kissinger-right-about-assad-and-isis-388902)
Hem mevcut terör dalgasının hem de mülteci krizinin esas nedenine eğilmedikçe sorunun çözümü yolunda adım atmak mümkün olmayacak. Yarım yamalak tedbirler sadece durumu kötüleştirecek ve DEAŞ ile Esed rejimini cesaretlendirecektir. Suriye halkı ve dünya, bu iki kötülükten birini seçmek zorunda değil. Aynı anda ikisinden de kurtulmak gerekiyor.
Suriye'de bunlar olurken, Batı'da kaygı verici başka gelişmeler yaşanıyor. Paris saldırılarını istismar ederek aşırı sağcıları ve ırkçı kesimleri yanına çekmeye çalışan Batılı siyasiler, güya karşı çıktıkları teröristlerin ekmeğine yağ sürüyor. Saldırıların ardından çıkan tartışmalar, ideolojik histeriye ve kolektif suçlamaya doğru tehlikeli bir gidişatı işaret ediyor.
ABD'de Cumhuriyetçi başkan adayları Suriyeli mülteciler hakkında ulusal güvenlik gerekçesiyle şimdiden popülist ve ayrımcı bir saldırganlığa yönelerek zıvanadan çıkmış durumda. Bu adayların sertlik yanlısı ve basite indirgeyici yaklaşımları karşısında George Bush bile daha "ilerici" kalıyor. bkz(https://www.theguardian.com/commentisfree/2015/nov/22/the-us-debate-around-islam-makes-george-w-bush-look-progressive)
ABD mültecilerle ilgili sıkı bir güvenlik sistemine sahip. Dahası hiçbir mülteci yıllardır herhangi bir terör eylemine karışmadı. Buna rağmen, ABD'li Kongre üyeleri mültecilerin kabulünü daha da zorlaştıran bir yasa çıkardı. Neyse ki Başkan Obama, Hillary Clinton, New York Belediye Başkanı ve başka liderler mültecilere potansiyel terörist muamelesi yapılmasını 'utanç verici' ve 'Amerikan değerlerine aykırı' olarak niteleyip kınadı.
Birçok Avrupalı sorumlu ve sağduyulu davransa da, Paris saldırılarının korkuları körüklemek için istismar edilmesi tehlikeli bir gidişatı işaret ediyor. İslam karşıtı ırkçı grupların Avrupa'daki mültecileri ve Müslümanları karalayıp şeytanlaştırması, aşırılıkçıların ve teröristlerin eline koz vermek anlamına gelir.
Elbette teröre karşı gereken tedbirler alınmalı. Fransa olağanüstü hali üç ay daha uzattı. Bazı AB ülkelerinde sosyal medyaya sınırlamalar getirildi. Vatandaşların izlenmesine yönelik önlemler genişletildi. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, terör suçlarından hüküm giymiş göçmenlerin Fransız vatandaşlığından çıkarılmasını sağlayacak olan anayasa değişikliğinin hazırlığında. Bunları yeni güvenlik tedbirleri izleyebilir.
Terör eylemleri gerekçesiyle bu önlemler haklı gösterilebilir. Ama bunlar temel hak ve hürriyetleri ihlal etmediği müddetçe hoş görülecektir. Güvenlik ve özgürlük arasındaki denge, hayati ve hassas bir konudur. Bu hassas dengeyi korurken, DEAŞ'tan PKK'ya kadar terörün her türüne karşı tutarlı ve kararlı bir duruş sergilenmesi esastır. DEAŞ'la mücadele bahanesiyle PKK terörünü şirin göstermeye ve şiddeti estetize etmeye çalışanların, Paris saldırılarının ardından bakış açılarını gözden geçirmeleri umulur.
PKK ve diğer terör örgütlerine karşı güvenlik önlemleri aldığı için Türkiye'yi acımasızca ve sorumsuzca eleştirenler, belki şimdi terörizmle mücadelenin ne anlama geldiğini, küresel işbirliği ve dayanışmanın neden elzem olduğunu daha net görebilirler.