Günümüzün İslam dünyasının temel sorunlarının başında, 'hüküm ve hikmet' arasındaki dengenin kaybedilmiş olması geliyor. Bir eylemin ardındaki hikmeti idrak etmek, sonra onu uygulamak özne olmanın temel şartlarından biridir. Ve İslam dünyasının bu temel ilkeyi yeniden hatırlaması gerekiyor.
Bugün hayatımızda ne kadar çok hüküm ve ne kadar az hikmet var…
***
Seküler ve dini hukuk, hayatımıza ilkeler, kurallar, emirler ve yasaklar getirir. Bu kuralların amacı insanların adalet ve hakkaniyet ilkelerine göre barışçıl bir hayat yaşayabilmelerini sağlamaktır. İslam hukuku bunlara ilave olarak bireyin ahlaklı ve erdemli yaşamasını temin edecek kurallar koyar. Pozitif hukuk da olduğu gibi bunların da dini-manevi açıdan yaptırımları vardır.
Lakin bu hukuki ilkeler kaynağını dinin asıl gayesine hizmet etmek isteyen bir idrakten alır. Temel hükümler ve ilkeler sadece kural olsun diye konmamıştır. Mekasidü'ş-şeria olarak bilinen, bugün 'dinin gayeleri' diyebileceğimiz ve her amelin arkasında yatan asıl neden, 'hikmet'tir. Hikmet bize yaptığımız her işin manasını ve gayesini anlatır. Hikmet olmadan yasaklar, ilkeler, hükümler basmakalıp kurallar haline gelir. Hukukun koyduğu hükümler 'ne' ve 'nasıl' sorularına cevap ararken hikmet, 'niçin' sorusunu yanıtlar.
Etimolojik olarak hikmet sözcüğü Arapça'da 'sınırlama veya önleme' anlamına gelen 'h-k-m' kökünden gelir. Yani bizi cehaletten, ayıplanacak iş yapmaktan ve adaletsizlikten koruyacak bir anlam içerir. Aynı kökten türeyen hüküm sözcüğünün de benzer bir anlamı var. Hüküm, aklımızla hata yapmamızı ve ahlaken yanılmamızı önler. Hüküm-hikmet söz konusu olduğunda 'nasıl' ve 'niçin' soruları da birbirini bütünler hale gelir.
Müslüman düşünürler amellerin asıl mana ve gayesinin nasıl belirlenebileceğini yani 'niçin ve nasıl' arasındaki ilişkinin nasıl kurulması gerektiğini uzun uzadıya tartışmıştır. Eşarilerin çoğuna göre bir şeyin iyi veya kötü olmasının yegane sebebi, Allah'ın iradesidir. Her tür hükmün kaynağı yalnızca Allah'ın iradesi ve takdiridir. Yalan söylemek ve zulmetmek yanlıştır, zira Allah böyle emretmiştir. Aynı sebeple, hayırseverlik veya dürüstlük iyidir, zira yine Allah öyle emretmiştir.
Mu'tezile, filozoflar ve mutasavvıfların bir kısmı bu görüşe itiraz ederler. Onlara göre Allah, bir şeyi özünde iyi veya kötü olduğu için helal ya da haram olarak buyurmuştur. Allah yalan söylemeyi yasaklamıştır, çünkü yalan söylemek tabiatı itibarıyla kötüdür. Allah adaleti emretmiştir, çünkü adalet özünde iyidir. Bu durum Allah'ın kudretini sınırlamaz, zira öncelikle Allah her şeyi yaradandır. İkinci olarak da, Allah hikmet ve gayeyle hareket eder. Allah hakikat, adalet ve merhamete dayanan kendi tabiatına aykırı hiçbir şeyi kullarından istemez.
Cenab-ı Hakkın güzel isimlerinden biri de Hakîm, yani 'her şeyi inceliğiyle bilen'dir. Hikmet sözcüğü Kuran'da, Allah'ın peygamberlere ya da 'dilediği kişilere' bahşettiği bir nimet olarak 20 kez geçer. Bakara Suresi'nin 269. ayetinde, "Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir" denir. Çeşitli ayetlerde (Bakara 151, Al-i İmran 164, ve Cum'a 2), Hz. Muhammed'in insanlara 'hikmet öğrettiği' belirtilir. Sonuçta Allah'ın iradesi kendi tabiatından ayrı değildir ve irade ile tabiat arasında bir karşıtlık yoktur.
***
Hikmetse; idrak, doğruluk ve merhamet demektir. Hikmet, inancımızın ve amellerimizin metafizik ve ruhani boyutunu açığa çıkartır. Doğruluk ve dürüstlük içinde yaşayabilmemiz için bizi hakikate sevk eder. Hikmet, yaptıklarımıza bir anlam ve amaç verir.
Bugün Müslümanların bu hikmet anlayışını yeniden keşfetmesi gerekiyor. 'Niçin' sorusuna cevap verilmediği sürece, dini hayat formel ve şekli kuralların ötesine geçemez. Kuran'ın yüzlerce ayeti, inananları evrene ve kendilerine bakarak her şeyin anlamını ve gayesini idrak etmeye davet eder. Allah hiçbir şeyi amaçsız yapmıyorsa, insanların da herhangi bir şeyi amaçsız ve gayesiz yapmasını buyurmaz.
İslam dünyası çeşitli dini ve siyasi sebeplerle bu hikmet anlayışını büyük ölçüde kaybetti. Gaye ve hikmetini idrak etmek, her ibadetin ayrılmaz bir parçası iken bazen dini inanç, bereketten ve zarafetten yoksun şekilsel törenlere, adetlere ve kurallara indirgenebiliyor. Manayı kavramadan surete sarılmak, özden uzaklaşma tehlikesini beraberinde getiriyor.
Bazen dini savunmak adına ölçüsüz, sert, kaba-saba hükümler veriliyor. Bir şeyin en zorunu yapmak sanki en dini ve takva olanıymış gibi bir anlayış yayılıyor. Bir hükmü uygulamak adına hikmet bertaraf ediliyor.
İşte o zaman akıl ikna olmuyor, kalp yumuşamıyor, nefs itminan bulmuyor. Hikmetten yoksun hükümler, manevi-ruhi ihtiyaçlara da cevap veremediği için dine karşı şüpheler artıyor. Hz. Peygamber'in sünneti olan akıl ve merhamet, yerini cehalete ve kabalığa bırakıyor.
Bazen durum daha vahim hale geliyor. Doğruluk adına zulüm, inanç adına kibir, hukuk-kural adına kalpsizlik, mutlak ölçü olarak takdim ediliyor. Öyle ki, el-Kaide ve IŞİD örneklerinde olduğu gibi bu çarpık bakış açısı İslam adına saldırganlığı, terörü, aşırıcılığı meşrulaştırmak için bir araç olarak kullanılıyor. İslam'ın hikmetine, Peygamberimizin merhametine aykırı davranışlar din adına dayatılmak isteniyor.
Bugün İslam dünyasının hüküm ile hikmet arasındaki bütünleyicilik ilişkisini yeniden inşa etmesi gerekiyor. Suret ile mana, akıl ile kalp, zahir ile batın arasındaki ilişkiyi doğru kurduğumuzda önümüze yeni imkanlar ve ufuklar çıkacaktır.
Hikmet, fazilet ve merhameti layıkıyla idrak edebilirsek bugün yaşadığımız pek çok sorunun çözümü de mümkün hale gelecektir.