İsviçre'deki referandumdan çıkan sonuç bazıları için sürpriz oldu. "Referanduma katılım düşüktü ve katılanların yüzde 57'si minarelerin yapılmasına karşı oy kullandı" deyip sorunu küçümseyenler var. Kararın İsviçre ve AB yüksek mahkemelerinde iptal edilmesi de muhtemel. Nitekim İsviçre Eyaletler Konseyi Başkanı Erika Forster-Vannini kararın iptali için resmi makamların harekete geçtiğini açıkladı.
Bunlar olumlu göstergeler. Fakat meselenin minareyle sınırlı olmadığı ve orada kalmayacağı ortada. Dini hak ve özgürlüklerin Avrupa'nın göbeğinde bu kadar tahrikkâr şekilde kısıtlanması, hafife alınacak bir durum değil. Nitekim Avrupa'daki ırkçı ve yabancı/ göçmen/ azınlık karşıtı gruplar hemen harekete geçtiler. "Araplar ve Müslümanlar Avrupa'yı istila etmeye geliyor" diye felaket tellallığı yapmaya başladılar. Avrupa'nın 2050'de bir "Eurabia" olacağını söyleyen Bernard Lewis'in kulakları çınlasın!
Avrupa'nın en meşhur "İslamofobu" haline gelen Hollandalı siyasetçi ve Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders, benzer bir referandumun kendi ülkesinde de yapılması için girişimde bulundu. (Bu arada Wilders Ocak'ta Türkiye'ye gelecekti; programı iptal edildi). İngiltere, Fransa ve Almanya'daki aşırı sağ gruplar bu gelişmelerden cesaret alacaklar. Onlara kim dur diyecek?
Tartışma nereden çıktı?
Minare referandumu nereden çıktı? Bu, Avrupa'da yaygınlaşan yabancı ve Müslüman karşıtlığının bir sonucu. Kampanyayı yürüten İsviçreli Milletvekili Ulrich Schüler, İsviçre Halk Partisi üyesi ve Zürih kantonundan. Schüler'in minare yasağı için öne sürdüğü gerekçeler evlere şenlik. Los Angeles Times'a konuşan Schüler, "minareler entegrasyona karşı siyasi bir semboldür... Bu sembol, İsviçre haklarına paralel bir İslam hukukunun getirilmesini amaçlamaktadır" diyor.
Şimdi bunun neresini düzeltelim? 14 asırdır İslam mimarisinin en başat ve görünür unsurlarından biri olan minareler, ne zamandan beri ayrılığın, farklılaşmanın "siyasi sembolü" haline geldi? Minareye "evet" diyenler "İsviçre kanunlarını şeriat kanunlarıyla değiştirelim" mi demiş oluyor? "Siyasal İslam" propagandasına sarılıp ayrımcılık politikalarını meşrulaştırmaya çalışmak değil mi bu?
Batı'da bazı çevreler "İslam fundamentalizmi, radikal İslam, İslamcı terör" laflarının arkasına sığınıp Müslüman topluluklara karşı açıktan bir kampanya yürütüyorlar. "Siyasal İslam'la sade Müslüman vatandaşı birbirinden ayırıyoruz" diyorlar ama ondan sonra dinine biraz sahip çıkan, Batı'ya eleştirel bakan, hele ABD ve İsrail'i eleştiren herkesi "radikal, siyasal İslamcı" ilan ediyorlar. Bunun en tipik örneği Başbakan Erdoğan'ın Usame bin Ladin'den daha tehlikeli olduğunu ileri süren Daniel Pipes. Pipes da İsviçre referandumunun bir dönüm noktası olacağını söyleyenlerden.
Tehlikeli gidişat
Amerikalı akademisyen bir dostumla minare konusunu konuşurken "bunun İsviçre gibi Avrupa'nın en liberal toplumlarından birinde olması hayret verici" dedim. Hemen düzeltti: "İsviçre'nin liberalizmi konusunda o kadar emin olma." Ve sonra ekledi: İsviçre Avrupa'da kadına seçme ve seçilme hakkı veren son ülke. Tarih 1971. Yani 1971'e kadar İsviçre'de kadınlar oy kullanamıyor ve hiçbir siyasi göreve seçimle gelemiyordu. İsviçre'nin Alman bölgelerinde kadınlarla ilgili söylenen 3- K sözü, durumu iyi özetliyor: "kinder, kirche und kuche." Yani kadının yeri, "çocuk, kilise ve mutfak"tır.
İsviçrelilere haksızlık etmek istemem. Bugün İsviçre toplumunda hak ve özgürlükler büyük oranda yaşanıyor. Fakat dipteki yabancı karşıtlığını da doğru okumak gerekiyor. Avrupa'daki İslam tartışmasının en tehlikeli yanı da burası. Yani İslamiyet ve Müslümanlık, bir "göç, azınlıklar, yabancılar, entegre/ asimile edilmesi gereken uyumsuz, cahil kitleler..." meselesi olarak tartışılıyor. Böyle olunca da çoğulculuğun sınırları İslam'la çizilmiş oluyor. Tıpkı AB'nin sınırlarını Türkiye ile çizmeye çalışmak gibi.
Minare tartışmasından çıkarılacak çok ders var. Sadece Avrupa için değil, kendimiz için de. "Biz İsviçrelilere kızıyoruz ama bizde durum çok mu iyi" diyenler haksız değil. İsviçre'deki dışlayıcı ayrımcılık politikalarını sorgularken, Türkiye'deki ayrımcılık tavırlarını da sorgulayalım. Kürtleri, Alevileri, dindar Sünnileri, başörtülüleri, gayrimüslimleri, Romanları "görünmez vatandaş" olmaktan çıkartıp eşit yurttaş olarak kabul edelim. Ama bu, İsviçre'deki son derece tehlikeli bu gelişmeye kayıtsız kalmak manasına gelmiyor.