Bugün Kurban Bayramı'nın ikinci günü. Hepinizin bayramını tebrik eder, bu günlerin yeni "kurbiyet"lere vesile olmasını dilerim. Kurban ve kurbiyet, "yakınlaşma" manasına geliyor. İslamiyet dâhil kurban âdeti olan dinlerde kurban, Allah'a yakınlaşmanın bir vesilesi. Tıpkı namaz, oruç, hac ve zekât gibi kurban da kulun Allah'a doğru bir adım atmasını sağlayan bir araç. Kilit kavram, yakınlaşma.
Son günlerde yakınlaşmanın bir başka anlamı konuşuluyor: Türkiye'nin yeni "yakınlaşmaları." Bazılarına göre Türkiye Batı'dan uzaklaşıyor, Ortadoğu'ya ve İslam dünyasına yakınlaşıyor. Bu görüşü dile getirenlerin bir kısmı durum tespiti yapıyor. Ama bir kısmı düpedüz kara propaganda yapıyor. Bağımsız, dengeli ve demokratik meşruiyete sahip politikalar birilerini rahatsız ediyor.
Analiz ve propaganda
Birincisine örnek, 23 Kasım günü Financial Times gazetesinde çıkan "Osmanlı Misyonu" yazısı. Reel-politik bir analiz yapan yazı, Avrupa'nın kararsız ve soğuk tutumu karşısında Türkiye'nin "yeni fırsat alanlarına" doğru açıldığını not ediyor ve Osmanlı bakiyesi geniş coğrafyayla irtibatına dikkat çekiyor. Bu, yeni Türkiye vizyonunun önemli bir ayağını da teşkil ediyor: politik ve ekonomik çıkarlar.
Başbakan Erdoğan'ın son Libya ziyareti, bunun somut örneklerinden biri. Bu ziyaretin ekonomi alanında neye tekabül ettiğini, siyasi analistlere değil, Libya'da iş yapan Türk işadamlarına sormak lazım. 700 milyon dolar alacağı bir kalemde ödenen, bir milyar doların üzerinde yeni ihaleler alan iş dünyası, Başbakan'ın Libya'da ne yaptığını çok iyi biliyor. Libya benzeri açılımlar, Türkiye-merkezli küresel bakış açısının birer karesi sadece.
Türkiye'nin stratejik derinliğini sağlayan iki unsur var: tarih ve coğrafya. Türkiye'nin tarihi, onu Balkanlar'dan Orta Asya'ya, Ortadoğu'dan Akdeniz'e uzanan geniş bir tarihi tecrübeyle birleştiriyor. Coğrafi konumu itibariyle Türkiye, dünya siyasetini belirleyen gelişmelerin ya merkezinde ya da yakınında duruyor. Türkiye'nin bu tarihi ve coğrafi fırsat alanlarıyla irtibatını, "kurbiyetini" hatırlamasından daha doğal ne olabilir. Birilerinin zihnindeki eksen değişmesin diye Türkiye bu iki sabiteyi yok mu sayacak?
Türkiye'nin yeni fırsat alanlarını, ideolojik pencereden ve hasmane bir tutumla değerlendirenler de var. Bunlar, açıkça kara propaganda faaliyetleri. Bunun son örneği, Daniel Pipes'ın Jerusalem Post'ta çıkan yazısı. Pipes yazısında, Usame bin Ladin ve şürekâsının temsil ettiği şiddet yanlısı İslamcılığa, bilgisayar dilini kullanarak 1.0 versiyonu diyor. 2.0 yeni versiyonunu güya Başbakan Erdoğan temsil ediyormuş. Bu "dahice" (!) tespitten sonra Pipes, 2.0 versiyonunun birincisinden daha tehlikeli olduğunu söylüyor. Yani Başbakan Erdoğan, Batı medeniyeti ve dünya için Usame bin Ladin'den daha tehlikeliymiş.
Daniel Pipes'in kim olduğunun bilenler sanırım şaşırmamıştır. Ama bilmeyenler için biz not düşelim. Pipes'ın babası neo-konların öncülerindendir. Bu ailenin Amerikan siyasi yelpazesinin neresinde durduğu iyi bilinir. Pipes, Amerika'nın en meşhur "islamofobu"dur. Yani açıktan İslam ve Müslüman nefretini yayan, ayrımcılık yapılmasını savunan ve ırkçı politikaları destekleyen biridir. Bush'un diline doladığı "İslamo- faşizm" lafı da Pipes'a ait. Pipes İsrail siyasi yelpazesinde bile, Likudçuların en uç yerlerinde kalıyor. Filistin sorununun çözümü için "İsrail'in Filistinlilere karşı kapsamlı bir askeri zafer kazanması gerektiğini" savunur. İsrail'in savaş taktikleri açısından "kapsamlı askeri zafer" in ne manaya geldiğini son Gazze savaşında gördük.
Meşruiyetten neden korkuyorlar?
Pipes türü yazarların görüşlerini ciddiye almayabiliriz. Son tahlilde almamak da lazım. Fakat kara propagandanın neden ve nasıl yapıldığını doğru tespit etmek için bunları takip etmek gerekiyor. Birileri, bağımsız ve dengeli bir dış politika izleyen, demokratik bir Türkiye'ye karşı, güç sahipleriyle ilişkilerini iyi tutan otokratik rejimleri tercih edebilir.
Zira onlar, bağımsız, dengeli ve demokratik meşruiyeti olan dış politikanın ne manaya geldiğini çok iyi biliyor. Asıl korktukları şey, bir asırlık vesayet rejimlerinin yerini demokratik meşruiyete sahip politikalara bırakması.
Mübarek Bayram günü Osmanlı mirasından bahsedeceksek, bunu hayali ideolojik senaryolarda değil, demokratik meşruiyete dayalı akılcı politikalarda aramak lazım.