Sedat Peker, Serdar Ekşioğlu ile telefon görüşmesini yayınladı. Ekşioğlu, "Reis" diye hitap ettiği Peker'e eşimle görüşme ayarlamaktan bahsetmiş. Bunun üzerine sadece FETÖ ve CHP trollerinin değil, Davutoğlu ve 'öğrencisi'nin desteklediği ekiplerin saldırısına da uğradık. Ama ortada ilginç bir durum var
Sedat Peker'in sözüne inanıyorsanız, Peker zaten eşim için "tanımam, etmem" demiş. Serdar Ekşi'nin sözüne inanıyorsanız, buyrun ne kadar "yakın" olduğumuza dair kendi tivitini paylaşıyorum: "Hilal Kaplan eski hesabımı da engellemişti. Bu hesabımdan kendisiyle ilgili tek tivit bile atmadım. Nasıl kinlenmişsin ki bana yeni hesabımı bulup direk engeli basmışsın."
Doğrudur, bu ekibe kinim vardır. Çünkü Davutoğlu'nun Başbakanlığı döneminde 'siyasi kapkaç'çılık yaparak partiyi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın elinden kaçırma girişimlerine şahit oldum ve bunu yazan nadir kişilerdenim. Serdar Ekşi de Davutoğlu'nun A Takımı'ndaki isimlerden Taha Ün ile dost olduğu için yıllardır bende engelliydi. Selamımın sabahımın dahi olmadığı biridir.
Peki, nasıl oluyor da bu kişi sanki bizimle irtibatlıymış gibi "Reis" diye hitap ettiği Peker'i bizle görüştürmekten bahsedebiliyor? Peker, Türkiye'de yaşarken kendisiyle görüşmemişiz; şimdi ülkeden firar etmişken mi görüşeceğiz? Anlayacağınız adımız bilerek o konuşma içerisine sokulmuş ve burdaki bit yeniğinin hesabını mahkemede soracağız.
Peker dosyasından sorumlu savcılara çağrımdır: "Sedat Abi" diye sosyal medyadan defalarca Peker'e seslendiği videoları bulunan Taha Ün isimli şahsın Peker'le parasal veya başka türlü irtibatları da inceleme konusu olmalıdır. "Peker'den para alan" siyasetçi veya gazeteci kim varsa araştırılacaksa, Peker'in şahsi PR'ını üstlenen bu kişi istisna edilemez. Davutoğlu da 'temiz siyaset' sloganları atacağına önce dönsün bir yanı başına baksın.
BİR KEZ DAHA, "HODRİ MEYDAN"
Yazarlık hayatımı sıradan bir şekilde, çoğunluk gibi suya sabuna dokunmadan sürdürebilirdim. Ama Trump'a sorduğum sorudan HaberTürk yayınına bağlanmama, Davutoğlu hâlen makam ve güç sahibiyken onu eleştirmemden ve bana "sus payı" olarak sundukları milletvekilliği teklifini elimin tersiyle itmeme değin para veya makam peşinde sıradan bir yazar hiç olmadım; bundan sonra da olmayacağım.
İstanbul'un en ücra semtlerinden birinde altı yıldır bir dairede (villa veya yalı değil, daire) oturuyoruz ve beş yıldır aynı arabaya biniyoruz. Her gün halimize şükederek kendi doğrularımız çerçevesinde yaşıyoruz ve bundan büyük saadet tanımıyoruz. Akçeli veya karanlık tek bir işle dahlimiz olduğunu ispatlasınlar; bugün çeker giderim. Örneğin İmamoğlu trolleri de yerel seçim öncesi İBB'den ihale aldığımıza dair bir dedikodu yaydırmıştı; "Belediye artık sizde, hodri meydan" diyerek onlara da meydan okumuştuk. O gün, bugündür ses yok. Davutoğlu'na da "Adamsanız, dava açarsınız" dedik; ses yok. Dava açmıyorlar, açıktan cevap veremiyorlar; ancak maskeli tetikçileriyle iftira attırıyorlar.
Cumhurbaşkanımızı desteklediğim müddetçe müfterilerin hedefi olacağımın farkındayım. Ancak şunu da ekleyeyim: Bizi bataklık sinekleriyle muhatap ederek kendilerinin sıyrılacağını sanan ve daha hiç burnunu çıkarmamış olan timsahların farkındayım. Onlarla yüzleşme vaktimiz de gelecek elbet.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz