Fransa, Yunanistan ve İtalya'nın Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile birlikte Doğu Akdeniz'de tatbikat yapmayı planladığını, Rumların Akdeniz'de Fransa'nın artan etkisini memnuniyetle karşıladığının haberlerini geçtiğimiz ay okumuştuk. Büyük ölçekli bir deniz-hava tatbikatının planlanması, bu ittifakın Türkiye'yi Akdeniz sahillerine hapsetmeyi amaçladığını doğruluyor.
Öte yandan haziran ayında da İtalya ile Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması imzaladığı söylenen Yunanistan'ın Mısır ile deniz yetki alanlarını sınrlandırma anlaşması yapması ve bu anlaşmanın Libya ile imzaladığımız deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmasında belirtilen bazı sahaları ihlal etmesi de mezkûr anlaşmazlığın önce masada değil, sahada çözülmesi gerektiği kanaatini güçlendiriyor.
Türkiye, kur saldırısının ertesi günü, melun Sevr Anlaşması'nın 100. yıldönümüne denk gelecek şekilde Oruç Reis araştırma gemimizi, beraberinde koruma sağlayan beş savaş gemimizle birlikte tekrar Akdeniz'e yolladı. Kara sınırlarımıza uygulanan bölücü anlaşmayı milli mücadele sayesinde yırtıp atmıştık. Yıldönümünde uğurladığımız gemilerimizle de deniz sınırlarımızı yok etmek isteyenlere önemli bir mesaj verildi.
Ne var ki muhalefetimiz, bu önemli gelişmelere karşı hem kör hem sağır. Fransız Macron'undan Ermeni Bakan Mnatsakanyan'a değin herkes Türkiye'nin Akdeniz'deki varlık mücadelesine saldırırken muhalefetimizin sükunu, kulakları sağır eden bir sessizliğe dönüşüyor. Atatürk'ün kurduğu parti olmakla övünenler, ordumuzun elde ettiği başarıları görmezden geliyor.
Türkçü olmakla övünenler, Ermenistan'ın bile yıldönümünü es geçmediği Sevr Anlaşması'na yönelik ne Akdeniz'de ne de Azerbaycan'da verdiğimiz cevapları görüyor.
İstanbul'un yarı nüfusuna sahip Yunanistan bile iktidarıyla muhalefetiyle bir olmuş; Türkiye'ye saldırırken, muhalefet bizi haklı Mavi Vatan mücadelemizde yalnızlığa terk ediyor. İktidara karşı olmak hakkınızdır ama devletinize sahip çıkmanızı istesek, çok şey mi istemiş oluruz?