"Dünyadaki insan sayısının bir milyara ulaşması yüz bin yıl sürdü. İki milyara ulaşması ise 100 yıl. Ve sadece 50 yılda ikiye katlandı. 1970'te 4 milyar insandık. Şu ansa nerdeyse 8 milyarız. Yaşamı sürdürülebilir kılan yolları yok ediyoruz. Dünyanın başına bela tüm sorunların kökeninde, aşırı insan nüfusu olduğu görülebilir. Ormanları kesiyoruz. Aşırı tüketiyoruz. Çöpleri atıyoruz. Davranışları en hızlı acılar değiştirir. Belki bizi acılar kurtarabilir... Esas hastalığın insanlar olduğunu anlat onlara, 'cehennem'in ise tedavi..."
"Inferno" (Cehennem) filmi, 4 milyar insanı öldürecek ve dünya nüfusunu haftalar içinde yarıya indirecek bir virüsü yaymanın, insanoğlunun tek çaresi olduğuna inanan milyarder karakterin bu konuşmasıyla açılıyordu. Ona göre insanlık yok olmamak için kendisini feda etmeli ve 'azaltılmalıydı'. İtalya sokaklarında başlayan ve İstanbul'da devam eden filmde, biyomühendislik ustası milyarderin tasarladığı virüsün çıkış noktası ise Yerebatan Sarnıcı idi.
Koronavirüs günlerinin en çok izlenen filmi "Contagion" (Salgın) olmuş ancak ben de Inferno'ya bir kez daha göz atmayı tavsiye ederim. Ve şunu da ekleyeyim, Dan Brown'ın kitabı, filmdekinin tam tersi bir sonuçla bitiyordu...
Aslında film muhtemelen aklıma bile gelmeyecekti ama New York Times'dan CNN'e, BBC'den Guardian'a koronavirüsün California'daki bir hapishanede yarattığı etkiden İtalya'daki son duruma kadar anlattıkları haberlerine nedense hep İstanbul'da ilaçlanan cami fotoğraflarını seçmesi bana bu filmi anımsattı. Sanki İstanbul, alakasız yere birilerinin aklına takılı kalmış gibiydi âdeta.
Bu girişten size koronavirüs hakkında 'biyolojik silah' olduğuna ve Çin'in iddia ettiği gibi Amerika üzerinden geldiğine dair bir komplo teorisi anlatacağımı sandıysanız yanılıyorsunuz. Daha çok gelecekten bahsetmek istiyorum.
Hayatımızda ilk kez böyle bir salgınla yüzleşiyoruz ve küresel etki bırakan her olayda olduğu gibi bunun da özneler olarak üzerimizde yarattığı kalıcı etkileri olacak. Mesela devletin kamu sağlığını korumak adına bedenlerimize müdahalesini artık çok daha rahat içselleştireceğiz.
Hatta Batılı devletler veya Çin, uzun zamandır kitlesel olarak gerçekleştirmek istedikleri çipli vatandaş deneyini artık hayata geçirmeye çok daha hevesli vatandaşlara sahip olacak. "Big brother" (Büyük Birader) bizi gözetlemesin" diye şerh koyduğumuz pek çok uygulamaya kendimz kapı aralayacağız. Eminim pek çok insan, vücudunuza yeni giren bir patojen virüsü anında algılayabilen, sağlıklı olup olmadığınızı denetleyen çipleri artık gönüllü olarak aktaracak. Hatta belki Çin gibi ülkeler bu konuda seçenek bile tanımaya gerek görmeyecek.
Kağıt paranın dolaşımının virüsün yayılmasında başat faktörlerden biri olduğunu öğrendiğimizden beri kredi kartlarına yüklenilmiş. İleride bunun da az sayıda da olsa çiple gerçekleştirildiği İskandinav ülkelerinde olduğu gibi uygulamaya gönüllü vatandaşlar çoğalacak. Bitcoin gibi elektronik para birimleri daha çok gündemimizde yer alacak.
Koronavirüsün ikinci dalgasının bu sonbahar daha sert şekilde vuracağına dair tahminleri okumuşsunuzdur. Ya da Japonya'da virüse daha önce maruz kalmış bir kişinin tekrar enfekte olduğunu... O yüzden ölüm riski arttıkça, bu uygulamalara gönüllü öznelerin olacağı ihtimalini göz ardı etmeyin derim.
Dünya ekonomisi resesyon ihtimalini bu kadar içselleştirmişken, İngiltere'de 'sürü bağışıklığı' teorisi âdeta "güçlü olan ayakta kalsın, yaşlı ve zayıflar ölebilir" netliğiyle uygulanırken "asla olmaz" demek mümkün mü?
2020, bizi sadece karantinaya zorlamıyor, yeni dünya düzeninin kodları üzerine kafa yormaya da çağırıyor.