Cumhuriyetin kuruluşunda, yeni düzenin kitlelere benimsetilmesi amacıyla sert bir redd-i miras politikası uygulanmıştı. Buna göre, eskiye dair olan her şey süfli, kötü ve çirkindi. Yeni olan ise yüce, iyi ve güzeldi.
Kadın hakları alanında da buna benzer bir görüş öne sürüldü, sürülüyor. Kadın haklarının sadece Cumhuriyet döneminde gündeme geldiği ve Osmanlı'da kayda değer ve etkin bir kadın varlığı olmadığı tezi, aslında alt metinde kadını yine sadece "yeni rejim tarafından hakları bahşedilen bir nesne" konumuna indirgiyor. Oysa ki hakikat bundan oldukça uzak.
II. Meşrutiyet'ten itibaren ivme kazanan Osmanlı kadınlarının faaliyetlerinin dergiler ve dernekler olmak üzere iki yol üzerinde yoğunlaştığı söylenebilir. İlk kadın dergisi Terakki-i Mukadderat, sahibinden yazı kadrosuna tamamen kadınlardan müteşekkil olan 1886'da çıkmaya başlayan Şükûfezar, yazı kadrosunda Mehmet Akif, Mehmet Emin, Selim Sırrı gibi tanınmış erkek yazarların da olduğu 'Kadınlara mahsus ilmi, siyasi mecmua' tanımıyla çıkan Demet bu dergilerin başında geliyordu.
Günümüze göre bile yüksek bir tiraj başarısı yakalayan 'Kadınlar Dünyası' dergisi ise kabına sığamayarak dernekleşti. Mayıs 1913'te Ulviye Mevlan'ın öncülüğünde kurulan bu derneğin ismi 'Osmanlı Müdâfaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti'ydi. En başlarda ilköğretimin zorunlu olması ve kız liselerinin yurt çapına yayılmasını savunan dernek, 1921'den itibaren kadınların seçme ve seçilme hakkının tanınması için mücadele etmeye başlayacaktı.
Nezihe Muhittin'in liderliğinde 1923'te kurulmaya çalışılan Kadınlar Halk Fırkası, rejim tarafından başvurusu reddedilmemiş olsaydı, tarihe ilk siyasi partimiz olarak geçecekti. Doğru duydunuz, Kadınlar Halk Fıkrası, Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan önce kurulmaya çalışılmıştı.
Bugün millî olmaktan ziyade Batıcı duruşuyla öne çıkan Cumhuriyet Gazetesi, o zamanlar malum yeni rejimin önde gelen sesiydi. Ancak aynı zamanda, kadınların hak taleplerini en çok aşağılayan fikirlerin de merkeziydi. Örneğin kadınların seçilme talebi hakkında şöyle yazılmıştı:
'Hanımların mebusluğu hiç fena olmaz, Meclis'te sık sık moda etrafında münakaşalar cereyan eder. Hanımların balolarda smokin mi yoksa dekolte tuvalet mi giymeleri daha uygun olunacağına dair, mesela İstanbul mebusesi ile İzmir mebusesi arasındaki hararetli mücadeleyi bütün erkek mebusların merak ve tebessümle dinleyeceğine şüphe yoktur."
Bugün dekoltesinin derinliğine göre 'Cumhuriyet kadını' seviyesini belirleyen kafalar var ya; işte onların 1920'ler sürümü de böyleydi!
Tarihsel itirazlarınız olsun veya olmasın, bugün, çevreyi merkeze, ezileni temsiliyete, kısık sesleri haykırışa kavuşturan demokrasiyle taçlanmış bir ülkede yaşıyoruz. Derdi, bu ülkenin istiklâli ve istikbali olan kadınları ayrıştırmayı bırakın. Yüzyıl öncesinde kalmış kıyaslarınızı, papyondan çağdaşlık, yırtmaçtan ilericilik çıkaran IQ'nüzü, her mefhumu kadının kıyafeti üzerinden değerlendiren eril bakışınızı üzerimizden çekin.
Ben, 15 Temmuz gecesi, kalbi, FETÖ'cülere karşı Türkiye Cumhuriyeti ve milleti ile birlikte atan, PKK'ya karşı Mehmetçik'in yanında duran, kendi istikbâlini memleketinin istikbâlinden ayrı görmeyen tüm kadınlarla yan yana aynı ülkede yaşamaktan şeref duyuyorum. Buna fitne sokmaya kalkanların ise şeref yoksunu olduğuna şüphe yok.