New York Güney Bölge Federal Savcılığı'nın, en son eski Bakan Zafer Çağlayan'ı da ekleyerek sunduğu iddianameyi incelemeye devam ediyoruz. Delil olarak gösterilen iki hesap arasındaki döviz transferinde, ABD kaynaklı bir muhabir bankadan hizmet alındığı görülüyor. Söz konusu transferde bir taraf Rıza Sarraf'ın şirketi iken, diğeri Sarraf'ın şahsi hesabı. Ancak o tarihlerde Rıza Sarraf'ın veya şirketlerinin yasak kapsamında olmadığını belirtelim. Dolayısıyla burada nasıl bir suç görülmüş, anlamak zor.
Sonraki sayfalarda bahsedilen transferlerde ise ABD bankalarından muhabirlik hizmeti alındığı görülüyor. Savcılık, bu hizmetler verilirken ABD bankalarının aldatıldığını iddia ediyor. Fakat burada söz konusu ABD bankaları, "müşterilerinin müşterilerini tanı" ilkesi gereğince kendisi de araştırma yapmalıydı. Her halükârda bu transferlerin Zafer Çağlayan ile hiçbir ilgisi görünmüyor. Aynı şekilde Halk Bankası'nın veya Hakan Atilla'nın da ismi burada geçmiyor. Çünkü bir ABD bankasının yaptığı gündelik işlemlerden bir ekonomi bakanı veya başka bir banka yöneticisi sorumlu tutulamaz.
Zafer Çağlayan ve Süleyman Aslan'ın rüşvet aldığına ilişkin delil olarak da dinledikleri konuşmalardan yapılan çıkarımlardan başka bir şey yok. Konuşmalarda geçen rakamların bu şekilde yorumlanmasına inanmak için, bir ABD savcısının "iyi niyetine" güvenmek zorundayız yani! Üstelik dün dile getirdiğim gibi bu ses kayıtlarının nasıl alındığı, bir NATO müttefikini ABD'nin hangi hakla dinlediği, yasadışı bir dinlemenin Amerikan mahkemelerinde nasıl olup da meşru/geçerli delil sayılacağı; cevabını beklediğimiz sorular olarak duruyor.
Mevcut durumda, ABD'nin asıl hedefinin Türkiye'nin uluslararası piyasalardaki görünümünü bozmak, dış politikamızda kendisine boyun eğdirmek, içişlerimize müdahil olmak için zemin hazırlamak olduğu intibaı ağırlığını koruyor.
Böylece ABD'de 'hukuk' nasıl işliyor, ilk elden öğreniyoruz!