Cumhurbaşkanlığı sistemiyle alakalı, akla takılan sorulardan birisi de bu. Aslında halkımızın seçmen davranışlarına baktığımızda her zaman makul ve statüko karşıtı olana dair bir kayış söz konusu. O minvalde milletimize yönelik güvensizliği ima eden bu soruyu haksız bulsam da yanıtlamaya çalışacağım.
Parlamenter sistem, şöyle işler. Bir parti %10-20 bandında oy alsa bile koalisyona girerek hükümetin parçası olabilir. Ancak bir parti %40 civarı oy alsa bile, şayet 276 vekil tutturamamışsa, %10 da almış olsa bir partiyi yürütmeye ortak etmek durumundadır.
Örneğin 1991 erken seçimlerinde, Demirel'in DYP'si %27 oy almıştı. Onu, %24'le Yılmaz'ın ANAP'ı izlemişti. Üçüncü çıkan İnönü'nün SHP'si %20 oy alabilmişti. Demirel, İnönü ile koalisyonu seçti ve böylelikle ikisi de %20 bandında oy almış partiler, halkın çoğunluğunun teveccühünü kazanmamış olsalar da yürütme aygıtına ortak olmuş oldular.
Daha yakın tarihten örnek vermek gerekirse, 7 Haziran seçimlerini hatırlamak kâfi. %41 oy alan Ak Parti hükümet çıkaramazken, CHP'nin bizzat Başbakanlık koltuğunu teklif ettiği MHP lideri Bahçeli oyunu bozmamış olsaydı, %13 oy almış olan HDP hükümet ortağı olacaktı. PKK güdümündeki vekiller bakan olarak, tam da PKK ülkemize savaş açmışken, devletin gizli belgelerinden karar alma mekanizmasına kadar her yere ulaşmış, Kandil'in yönlendirdiği kadroları da bürokrasiye yerleştirmiş olacaklardı.
Bir de tarihimizdeki "Güneş Motel Olayı" gibi, AP'li vekilleri bakanlık koltuğu rüşvetiyle 'alarak', Ecevit'in CHP'sinin II. Milliyetçi Cephe hükümetini yıktığı ve iktidar olduğu hadiseleri de hatırlarsak, parlamenter sistemin aslında Meclis'in izzetini yıpratan sonuçlara gebe olduğunu da tespit etmek mümkündür.
Cumhurbaşkanlığı sisteminde ise, adayların ilk turda yarıştığı, şayet %50'yi geçen olmazsa, ikinci turdaki yarışa sadece ilk turda en yüksek oyu alan, kuvvetle muhtemel merkez sağ ve soldan iki adayın girebildiği ve böylelikle devletin zirvesinde halkın ortak aklının tahakkuk ettiği ve yürütme aygıtının asla 'marjinal' görüşlere erişiminin olmayacağının garantilendiği bir sistem söz konusu.
Üstelik yürütme ile yasamanın ayrışması, seçmenin psikolojisini de rahatlatacaktır. Nasıl mı? Diyelim ki, aileden yedi göbek ülkücü birisiniz ve gönlünüz MHP'den yana. Ama öte yandan koalisyonlardan sıtkınız sıyrıldığı için Ak Parti'ye 'basmak' zorunda hissediyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı sisteminde ise yürütme ve yasama aygıtı halk tarafından ayrı ayrı seçildiği için seçmen bu tür arada kalmışlık/ sıkışmışlık duygularına da gark olmadan, gönül rahatlığı ile meclisteki temsilcisini seçebilecektir.
7 Haziran- 1 Kasım arasında, yıllar sonra parlamenter sistemin karanlık dehlizlerinin kısa bir fragmanını izledik sadece. Bir gecede faizin %6200'lere fırladığı, yüz binlerce kişinin işsiz kaldığı, koalisyon görüşmelerinin yıpratıcı belirsizlikleri ile 'devlette kriz var' açıklamalarının havada uçuştuğu, IMF kapısında kul köle ettirildiğimiz kara günleri de bu tabloya ekleyerek ülkemizin geleceğine bakın.
Sizce hangi sistemle devam etmek daha büyük 'manyak'lık gibi görünüyor?...