Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Lozan Anlaşması hakkındaki sözlerini bir kez daha hatırlayalım: "Tarihte bize ne yaptılar.
1920'de bize Sevr'i gösterdiler, 1923'te Lozan'a bizi razı ettiler. Birileri de Lozan'ı 'zafer' diye yutturmaya çalıştı. Her şey ortada. İşte şu an Ege'yi görüyorsunuz değil mi?
Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'da verdik. Zafer bu mu?
Oralar bizimdi. Oralarda bizim camilerimiz, mabetlerimiz var ama şu anda hâlâ Ege'de kıta sahanlığı ne olacak, havada, denizde ne olacak bunları konuşuyoruz, hâlâ bunun mücadelesini veriyoruz." Şimdi de Millî Mücadele'nin dönüm noktası olan Erzurum Kongresi Kararları'nın ikinci ve dördüncü maddelerine bakalım:
Osmanlı vatanının tamamıyla ve bağımsızlığın temini ve saltanat ve hilafetin korunması için milli kuvvetleri etken ve milli iradeye hâkim kılmak esastır.
İstanbul hükümetinin, büyük devletler baskısı karşısında buraları terk ve ihmal zorunda kalması ihtimaline göre hilafet ve saltanata bağlılık ve milli hukuku temin eden kararlar kabul edilmiştir.
Millî Mücadele'nin esaslarından ikisi saltanat ve hilâfetin muhafazasıydı. Doğal akışa izin verilseydi bu esaslar, saltanat mensuplarının hayatlarını gurbette, yokluk içinde geçirmelerine sebebiyet veren hoyrat bir radikalliği değil, muhtemelen çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi meşruti monarşi şeklindeki yumuşak bir geçişi ima edecekti. Hilafet ise manevi gücünden de fazla siyasî ağırlığı sebebiyle önemsenen bir makamdı.
Lozan'da görüşmelere giderken, Mustafa Kemâl'in kürsüden yaptığı 'ihtimal bazı kelleler gidecektir' tehdidi üzerine saltanat kaldırıldı.
600 yıllık Devlet-i Âliye'nin 'kellesi' tek celsede alındı.
Lozan görüşmelerine ara verildikten sonra Meclis'te hilafetin kaldırılması üzerine gizli oturumlar başlatıldı. Makam-ı Hilafet'i savunduğu için Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Mustafa Kemâl'in Muhafız Kıtası Komutanı Topal Osman tarafından katledildi. Meclis tek ses haline getirildikten sonra Lozan Anlaşması ilk Türkiye Meclisi'nce kabul edildi. Ardından Yunanistan kabul etti. Hilafet makamı lağvedildi. Hilafet kaldırıldıktan sonra Lozan'ı kabul eden ilk devlet İngiltere değil, Katolikliğin merkezi Vatikan'ın bulunduğu İtalya'dır. İngiltere de anlaşmayı en son kabul eden devlet olmuştur.
Anlattıklarım sadece kronolojik parçalar, bütüne herkes gönlüne yatan yoldan ulaşıyor zaten.
Ancak neticede Osmanlı İmparatorluğu, 'usulünce gömülmemiştir' ve usulünce gömülmeyenler 'geri dönerler.' Bu yüzden, Cumhurbaşkanı bahsetse de bahsetmese de, Lozan gelecek nesillerce de tüm baskılara rağmen tartışılmaya devam edilecektir.
Bu arada Cumhurbaşkanı'nın Lozan'dan bahsederken Yunanistan ve adalar meselesine vurgu yapması önemlidir. Zira "Yunanlıları denize dökmekle" övünürüz ama Lozan'da Yunanlılara karşı bir başarı elde ettiğimizden söz edemeyiz. Detayları girift adalar meselesi bir yana, Batı Trakya'yı Yunanistan'a vermiş, söz verdikleri savaş tazminatını bile alamamışızdır.
Peki neden bugün ve neden Lozan?
Yunanistan Başbakanı Tsipras, Lozan'ı sorgulamamızı 'tehlikeli' bulduğunu söyledi. Çünkü Akdeniz'de süre giden enerji savaşlarında, Yunanistan-İsrail ve Güney Kıbrıs arasındaki ittifak Türkiye'nin İsrail'le imzaladığı anlaşma sonrası çatırdamaya başladı.
Yapılması planlanan boru hattının amacı, İsrail açıklarındaki doğalgazı Yunanistan üzerinden Avrupa'ya iletmekti. Ancak sonradan İsrail, rota için Türkiye'nin daha verimli ve ucuz olacağını dillendirmeye başladı. İsrail'le yapılan anlaşma sonrası diplomatik ilişkiler tesis edildiği için, bu projenin hayata geçmesinin önündeki tek engel Kıbrıs meselesi kaldı. O yüzden Cumhurbaşkanı'nın Lozan'dan bahsetmesi, öylesine ve durduk yere bir yapılmış bir çıkış değildir.
Ulusalcılarımız Yunanistan'la aynı pozisyona düşmeden önce biraz da bu büyük resme baksalar ve açılanın 83 yıllık eski bir defter değil, tam da bugünün hesabı olduğunu görseler keşke. En azından kendi ülkelerinin menfaati için bunu yapmalılar.