Davutoğlu'nun görevi devredeceğini açıkladığı 4 Mayıs'ın 'ulusal yas' ilan edilmesi gerektiğini düşünenlerden birisi, geçenlerde 22 Mayıs kongre gününü de bayram ilan etmek gerektiğini, çünkü halkın benimseyemediği 'gayri meşru' işlerin yapıldığı günlerin devlet tarafından ancak 'bayram' olarak ilan edilince kanıksamaya yol açacağını iddia etti. Utanmadan, Başbakan ve bakanların asılmasına yol açan 27 Mayıs darbesi ile 4 Mayıs gününü kıyaslamayı da ihmal etmedi.
Öncelikle Davutoğlu'nun gidişini imleyecek bir gün varsa, bu kendi partisinin yönetici kademesinin genel başkanlarını 'yetkisiz' bıraktıkları 29 Nisan günü olmalıdır. Yapılan iş de gayrimeşru değildir. Bilakis partinin seçilmiş kadroları meşru biçimde verdikleri yetkiyi, yine meşru yollarla geri almışlardır. Ancak belli ki, işlerine gelince parti içi demokrasiye methiye düzenler, bunu 'darbe' olarak nitelemekten de, darbe kavramının içini sulandırmaktan da, olmayan bir 'güven krizi' oluşturmaya çalışmaktan da geri durmayacaklar.
Yalnız bundan daha vahimi, hissettikleri üzüntünün de etkisiyle, anlaşılan on yıllardır biriktirdikleri elitist hıncı, zincirinden boşalırcasına ortaya döküp saçmaları oldu. Yasın öfke evresinden çıkamamış olan Davutoğlu'nun fahri danışmanı, 'Davutoğlu'nun gidişine üzülenler' diye kategorize ettiği kesimi de şöyle tarif etti:
"Dikkate alınması gereken 'üzülenler' Davutoğlu ile birlikte evrensel standartlarda, rasyonel bir inşa sürecinin başlayacağını umanlardı. Çoğunlukla iyi eğitimli, kentli, orta üst sınıf, yeni kuşak, küresel niteliklere haiz muhafazakarlar. Toplam nüfusun en fazla yüzde 5'i, pek pek 7-8'i..."
Bu durumda evrenseli değil millî olanı, küresel değil yerli olanı önceleyen, az eğitimli, köylü, alt sınıf olan 'Hasolar, Memolar' Erdoğan'a daha yakınlar, geri kalanlar Davutoğlu'na... Bu ayrımın AK Parti'de somut bir karşılığı yok.
AK Parti, sınıf, din, etnisite ayrımı yapmadan tüm kesimleri içlemeye çalışan bir 'catchall' partisi. "İşçinin hakkını yemeyin" diyen de Erdoğan, "İşverenleri şeytanlaştırmayın" diyen de. Türkiye'nin Müslüman çoğunluğa sahip bir ülke olduğunu vurgulayan da Erdoğan, anayasada laiklik tartışmalarını geride bıraktığımızı belirten de. Kürtlere gasp edilmiş haklarını iade eden de Erdoğan, PKK'nın ülkeyi içine sokmak istediği şiddet sarmalıyla sonuna kadar mücadele edileceğinin altını çizen de...
AK Parti, yerel ve millî dinamikler üzerinde yükselerek evrensel ve küresel olana el uzatan bir parti. Bu yüzden Avrupa Birliği'ne girmeyi, çıkarlarımıza ters düşmediği, bize terör gibi hassas konularda dahi yasa dikte ederek sömürge ülkesi muamelesi yapmadığı müddetçe savunan bir parti.
Filistin'i müdafaa etmeyi kutsal davanın bir parçası olarak gördüğü için 'one minute' diyen bir lideri olan, Mavi Marmara şehitlerine sahip çıkan, İsrail'e özür diletebilen ama aynı zamanda Hamas'la istişare ederek İsrail'le müzakere edebilen bir parti.
Ancak elbette iktidara gelen her partide olduğu gibi AK Parti'de de son dönemde ortaya çıkan ve Cumhuriyet elitlerine benzer, 'yeni muhafazakâr elitizmi' diyebileceğimiz bir kavramsallaştırmanın içini doldurabilecek bir azınlık mevcut. Ancak ayırt edici olan, fahri danışmanın burda mevcut elitizmi teşhis etmesi değil, bilakis olumluyor olmasıdır.
Bir toplumun tarihsel çıkarının, toplumun o anki tercihleri ve ideolojik eğilimleri ile örtüşmediğini savunan, o yüzden 'halk için, halka rağmen' tavrıyla 'biz daha iyisini biliriz' üstenciliğiyle millete balans ayarı vermeye çalışan bir jakobenizmin AK Parti'de yeri olmamalıdır.
Evet, AK Parti zaman içerisinde kendi elit sınıfını oluşturdu, oluşturuyor. Ancak bu elit sınıfın elitizm taslayarak taban ile tavanın arasını açmasına izin verilirse, karşımıza çıkacak olan bir hüsran tablosudur. Çünkü elitizmin, her koşulda yozlaşmadan başka bir sonuç getirmeyeceği tarihi tecrübelerle sabittir.
Şayet bu elitist ve jakoben tavır galip olursa, halkla teması olan insanlar dışlanır, merkeze 'en okumuş benim, benden iyi mi bileceksin' diyen kerameti kendinden menkuller yerleşir. Liderin etrafı da üç-beş kişiden müteşekkil elit milislerle çevrelenir ve partiyle de halkla da temas erozyona uğratılır. Yönetememe sorunu da tam bu noktadan baş gösterir. Böyle bir tehlike, neyse ki şu anda yok...