Anketlere göre çözüm sürecine halkın genel desteği %65'lerde iken, en büyük destek hep Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden çıkıyordu. Bölge halkının desteği hiç %90'ların altına hiç düşmedi. Çünkü çatışmanın ne demek olduğunu en iyi onlar biliyordu, çift taraflı ateş altında geçen bir ömrün ne demek olduğunu da...
HDP, en büyük teveccühü bölge halkından görmüş olmasına rağmen, bu şevki karşılayacak bir siyaset gütmek yerine, çözüm sürecini birlikte yürüttüğü partiyi iktidardan etme üzerine kurulu bir seçim kampanyası yapmayı tercih etti. Ak Parti ile koalisyona en net karşı çıkan ve 'AKP ile asla' diyen parti de yine HDP idi. Bu hususta Devlet Bahçeli'den bile daha 'hayır'cı' bir tavrı benimseyip sürdürdüler. Ve ne olduysa Ak Parti iktidardan indirildikten sonra oldu.
Haziran 2011'de, BDP tarihî bir başarıyla, 34 vekille mecliste yer aldığında olduğu gibi, PKK yine 'devrimci halk savaşı' dedi. Bölge halkının işyerlerini yaktı, evlerini mevzi olarak kullandı, hendekler kazdı, sokaklara bombalar yerleştirdi, ambulansları taradı, hatta Şemdinli'de hastane bile bombaladı. HDP ise tüm bunlar olurken sadece Cizre'ye gidip 'devlet katliam yapıyor' diyebildi. 7 Haziran öncesi 'PKK'ya biz silah bıraktıracağız' diyen Demirtaş, Kandil'e "Biz 80 vekille burdayken ne yapıyorsunuz siz?" diye bile soramadı. PKK'nın devrimci halk savaşı dediğini, HDP 'Saray'ın savaşı' olarak sundu ve böylelikle Kandil'i sadece temize çekme görevi gördü.
Yaklaşık 35 yıl aradan sonra Türkiye'ye dönüp, Diyarbekir'e gelen Kürdistan Sosyalist Partisi'nin (PSK) Genel Sekreteri Mesud Tek, bu paradoksu şöyle eleştiriyor:
"Ben Kürt ulusal hareketinin gözü kapalı olarak Ak Parti düşmanlığı yapmasının, Kürtlerin çıkarına olduğunu düşünmüyorum. Tamam, 'AK Parti kötü', peki o gittiği zaman kim gelecek? AK Parti giderse yerine kimin geleceği sorusunun kulaklara küpe olması gerekir (...) Tamam, bu gitsin ama yerine kim gelecek, Kürtler gelemeyeceğine göre herhalde biz de Diyarbakır'dan Ankara'yı yönetemeyiz. O zaman bizim şu soruyu her zaman sormamız lazım. Tamam, AK parti kötü, peki o gittiği zaman kim gelecek. AK Parti'den daha reformist ya da daha iyi bir parti yoktur. PKK tek başına Kürt halkı değildir. PKK'nın dışında da Kürt örgütleri vardır, PKK'nın dışında da yurtsever kesimler vardır. Onların da mutlaka bu konuda söyleyecek sözleri vardır. Onlar dikkate alınmadan da çözüm süreci diye bir şey olmaz diye düşünüyorum."
Yine geçenlerde yayınlanan "Baraj ve Savaş" (*) belgeselinde, HDP'ye destek verdikleri bilinen Azadî Hareketi'nin Genel Sekreteri Sıtkı Zilan da şöyle diyor: "Yüzde 10'u aşarsa siyaset öne geçer, çatışmalar geri planda kalır' dendi. Hemen hemen Kürtler bu saikle oy verdi diyebiliriz. Başkaları da HDP'yi Ak Parti'yi zayıflatmak için bir proje olarak gördüler (...) Büyük bir başarı diyoruz ama bu dalgada Kürdistan halkı boğuldu. Halk ayaklanmasının tutmamasının nedeni, halk bakıyor, bahsedilen şartların %100 tahakkuk etmediğini görüyor. Barış umarken verilmiş bir oyun neticesi savaş olursa... Fıkrada Nasrettin Hoca eşeğin kafasına vuruyor ama arkadan ses çıkıyor. Vurduğumuz yerden ses çıkmadı, hem başka sesler, kötü kokusuyla çıktı maalesef (...) Yıllardır bir siyasi hareketin genel sekreteri olarak tasvip etmediğimi açıkça söylüyorum. Yalnız ben değil, HAK-PAR söylüyor, HÜDA-PAR söylüyor, PAK söylüyor, KDP söylüyor. Bizim hiçbir değerimiz yok mu yani? Kürt hareketi sadece PKK'den mi oluşuyor. "Oh oldu, biz AKP'yi iktidardan ettik." AKP'yi iktidardan ettik ama ne kazandık? Bunun alternatifi MHP ile CHP midir? E biz tek başımıza da iktidar olamıyoruz. Oyunu bozabiliyoruz ama oyun kuramıyoruz. Muazzam başarı diyoruz ya, muazzam başarı insanı iktidara taşır, sorunu çözer. Bu başarı içinde bir başarısızlık da işin içinde."
1 Kasım'da sandıktan 'devrimci halk savaşı' mı, çözüm süreci mi çıkacak? Soru budur. Barış kazanır umarım...
(*) Baraj ve Savaş belgeseli şuradan izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=9UjqJU544mI