PKK'nın beş yıldır sahada gerçekleştirmeye çalıştığı, adına 'devrimci halk savaşı' dediği bir strateji var. Yani 'Saray'ın savaşı' saçmalığının bir altyapısı yok ama PKK'nın 2011'de olduğu gibi, bu sene 15 Temmuz'da ilan ettiği savaş stratejisinin var. Bu amaçla PKK, Gezi kalkışmasına kadar dağlardan kısmen çekilirken, şehirlerde YDG-H adı altında gençleri örgütledi ve sahaya sürdü. PKK'nın yayın organlarından birinde mevcut strateji şöyle özetleniyor:
"Birincisi, geçmişte olduğu gibi dağa dayalı, dağda yoğunlaşan savaş tarzının sürdürülmesi, savaş türünün devam ettirilmesidir. İkincisi, şehirlerde Sovyetik genel bir halk ayaklanmasının yapılmasıdır. Üçüncüsü ise kıra ve şehre dayalı, birlikte, dengeli ve ortak bir savaşın geliştirilmesidir."
Bu stratejinin şehirdeki üç ayağı YDG-H, DBP ve HDP. YDG-H, yol kesip, sivil araç ve ticari TIR'ları yakarak, barikat kurup hendek kazarak, hendeklerden ekmek tandırlarına her yeri bombayla doldurarak, sivil -polis ayırt etmeden roket atarak, evleri çatışma mevzilerinin bir parçası yaparak, kapısını açmayanları baskı altına alıp gerekirse infaz ederek bir 'halk ayaklanması'nın şartlarını olgunlaştırmaya çalışıyor.
DBP, YDG-H'nin ayaklanma başlattığı yerlerde eşzamanlı olarak 'özerklik' ilan ederek, halk ayaklanmasının sivil yönü varmış gibi lanse etmeye çalışıyor. HDP ise Cizre'den Sur'a devletin YDG-H milislerine karşı mücadele ettiği her yere gidip, gerekirse teröriste canlı kalkan olarak, gerekirse güvenlik görevlilerini kışkırtarak ama bir yandan da hep 'barış' diyerek 'halk ayaklanması'nın toplumsal bir karşılığı varmış görüntüsü verip, tabiri caizse PR'ını yapıyor.
Meselenin özü ise şu: PKK, tarihinde ilk defa bir toprak parçasına sahip oldu ve onu kaybetmemek için her tür faşist yönteme başvurmaya hazır. Yüz binlerce Kürdü farklı partiye sempati duydukları için bu yüzden sürdü ya da Rudaw gibi yayın organlarını bu sebeple yasakladı ya da geri dönmeyen halkın mallarına el koyup gasp etmeye bu yüzden karar verdi. Türkiye'de güttüğü siyaset veya Türkiyeli Kürtlerin hakları hatta hayatları bu yüzden umurlarında değil. Varsa yoksa "Rojava" dedikleri bölgeyi elde tutmak... Ancak alan hâkimiyetini geliştirmeleri açısından Rojava'nın PKK'ya öğrettiği de çok şey var.
Suriye'de olduğu gibi bir 'iç savaş' görüntüsü vermek, dünyaya Türkiye devletinin ve güvenlik güçlerinin halka zulmettiği görüntüsünü vermek, devletin demokratik hakları bastırdığı için bu sonucun ortaya çıktığı argümanını yaymak bunun ilk adımıydı. PKK'nın Cizre'deki mücadele boyunca 'cesur mücadele' söylemi ile HDP'nin 'Cizre'de sivil katliamı var' söylemi bahsettiğimiz işbölümünün bir yansımasıydı.
Buna ek olarak PKK'nın kendilerine DAİŞ'le mücadeleden ötürü açılan kahramanlık payesini 'zalim T.C.'yle ettikleri mücadeleye tahvil etmek ve bu yolla Türkiye'yi dış müdahaleye açık hale getirip alan hâkimiyetlerini kurmak ve pekiştirmek amacını da benimsediğine dikkat edilmeli.
Erdoğan'ı Esed'e ilk benzeten Kılıçdaroğlu'ydu; Cizre'deki devlet müdahalesini de 'ülkeyi Suriye'ye çevirmeye' benzeten Demirtaş'tı. Bu anlamda Demirtaş'ın CHP'ye yaptığı koalisyon kurma çağrısı isabetlidir, çok da yakışırlar...