HDP lideri Demirtaş'ı 6-8 Ekim'den beri en iyi tanımlayan deyim 'radikal pişkinlik' olabilir. Çünkü yaptığı çağrıyla 50 kişinin öldüğü olaylara sebep olmasına rağmen hiçbir özeleştiri yapmamış; Seçim öncesi "PKK'ya ancak biz silah bıraktırırız" deyip seçim sonrası "Bizim silah bıraktırma çağrımız bir işe yaramaz" diye işin içinden çıkmış; Suruç'u sıfır delille 'Saray Gladiosu'na bağlayıp ertesi gün 'kimseyi itham etmek istemedim' diyebilmiş birisine başka ne denir bilemiyorum.
Malumunuz aynı Demirtaş, 'Dolmabahçe mutabakatı' açıklandıktan 45 dakika sonra 'hükümet çözüm konusunda ümit vermiyor' diyerek 'mutabakat'ı anında harcamış, sonra da PKK'nın masayı devirmesini, Erdoğan'ın açıklamayı eleştirmesine bağlayabilmişti.
Anında çöpe attığı Öcalan'ın bildirisi, Erdoğan onaylamadığını söyleyince bir anda kıymete binmişti. Demirtaş, geçtiğimiz günlerde yine mutat biçimde Erdoğan'ı 'bütün kötülüklerin kaynağı' olarak sunduğu bir açıklamasında şöyle sormuş: "Neden bu insanlar silah bırakmaya hazırken masayı devirdiniz? Açıklayın." Biz de KCK yöneticilerinden Mustafa Karasu'nun, 6 Mart'ta, daha Erdoğan Dolmabahçe açıklaması hakkında tek söz etmeden kurduğu cümleleri hatırlatalım: "Silah bırakma mevcut Ortadoğu koşullarında mümkün müdür? Ya da hangi parçada gerçekten Kürtlerin varlığı ve özgürlüğü güvencededir?"
Evet, ne kadar da silah bırakmaya can atan insanlar değil mi? Demirtaş, pazar günü yapılan 'Barış diyoruz ama daha fazla PKK'ya vurmayın demek istiyoruz' mitinginde de, "Şiddetle, silahla arana mesafe koy ey AKP. Terörle arana mesafe koy" diye seslenmiş. Evet, şaka değil, fıkra değil, PKK'dan talimat aldığı bilinen, bu yüzden 'emanet oylar' meselesinde olduğu gibi kaç kez kendisiyle çelişen sözler sarf etmiş, PKK'nın uykusundaki polisleri infaz edişini 'kirli' diye tanımlayıp sonra kendini tekzip etmiş olan Demirtaş Ak Parti'yi şiddetle arasına mesafe koymaya çağırmış.
Ak Parti'yi, yani temsil ettiği çizgiyi ister merhum Menderes'ten ister merhum Erbakan'dan başlatın, tüm darbelere, e-muhtıralara, kapatma davalarına, uğradığı saldırılara rağmen tabanındaki tek bir kişinin bile silaha sarılmadığı Ak Parti'yi...
Şu anda Ak Parti dışında mecliste olan partilerin hepsinin terörle geçmişte veya hâlâ süren bağlantıları var. CHP'nin yeni yönetiminin DHKP-C'ye toleranslı yaklaştığı, geçen dönemki bir vekillerinin DHKP-C'li bir militanın cenaze evini ziyaret edip DHKP-C flamaları altında oturduğu, daha 20 gün önce CHP'li vekil Mahmut Tanal'ın Öcalan posteri altında yürüdüğü, CHP'nin pazar günkü HDP mitingine kurumsal olarak destek verdiği biliniyor.
MHP'nin de geçmişte silaha sarılan ya da bunu normalleştiren bir tabanı olduğu, sol-sağ çatışmalarında sağın silahlı kanadında yer aldığı herkesin malumu. Ancak bugün şiddetle arasına net mesafe koymuş olduğu da herkesin malumu. HDP zaten bildiğiniz gibi...
Bu tabloda Ak Parti yönetimiyle, tabanıyla, geçmişiyle şiddete hep kategorik bir karşı duruş göstermişken, tutup HDP liderinin 'şiddetle arana mesafe koy' çağrısına 'radikal pişkinlik' demeyelim de ne diyelim?
Üstelik Demirtaş'ın Ak Parti'ye 'şiddetle arana mesafe koy' dediği, barışın adını kirleten o mitingden sonraki 12 saat içinde PKK, Diyarbakır Lice'de Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı'na saldırdı. Şırnak Silopi'deki mayınlı saldırıda 4 polisi şehit etti. Mardin'de ambulans yaktı ve 10 TIR'ı gasp etti, İstanbul Sultanbeyli'de, üstelik HDP'ye en çok oy çıkan semtlerden birinde PKK karakola canlı bomba saldırısı düzenledi, bir polisi şehit etti.
Demirtaş suskun, Demirtaş çaresiz çünkü PKK'nın üstlendiği saldırıları MİT'e ya da 'Saray Gladyosu'na yıkmanın yolunu bulmak, ilk ateşi eden PKK'ya karşı devletin kendini savunmaya geçmesini Erdoğan'a bağlayıp PKK'yı temize çekmek zorunda. Demirtaş, radikal pişkin!