İsrail'in Gazze'deki bir hastaneyi bombalaması ve neticede yüzlerce kişinin hayatını kaybetmesi sıradan bir vahşet değildir. Bu kurgulanmış, planlanmış, cesaretle atılmış bir adımdır. Ve elbette başka ülkelerin tahriki ve sınırsız desteği olmasaydı asla kalkışılamayacak bir hareketti. Kudüs ve Mescid-i Aksa'da her cuma ve mukaddes günlerde Filistin halkına reva görülen saldırılara maalesef alıştık. Ama bir hastanenin, yani sadece sivillerin, hasta, yaşlı ve çocukların tedavi gördüğü bir mekânın, savaşın en acımasız periyotlarında dahi asla başvurulmamış bir saldırganlıkla yok edilmesi kolay yorumlanacak bir olay değildir. Sıradan hiç değildir. Ucu bucağı, sonuçları hesap edilmiş bir vahşettir bu. Zaten bu vahşetin kınanırken bile bir "ama" ile desteklenmesi de bu kurguyu güçlendiriyor.
NE YAPACAĞIZ?
Hastane bombalandığında Diyarbakır'daydım. Gecenin geç saatinde kaldığım otele gelen gençler beni haberdar ettiler. Kızgındılar ve öfkeliydiler. İnen bombaları yüreklerinde hissediyorlardı. Şimdi herkes soruyor: Peki ne yapacağız?
GÜÇLENMEK ZORUNDAYIZ
Arkadaşlar, sadece gösteri, yürüyüş ve sosyal medya tepkileriyle bu ve benzeri vahşetlerin önüne geçemeyiz. Caydırıcı ve güçlü olmak zorundayız. Öldürmek için değil, yok etmek için değil, yakmak için değil, onurlu bir yaşam için kuvvetli, caydırıcı ve güçlü olmalıyız. Ölmemek, bir gece aniden bombalarla uyanmamak için donanımlı olmalıyız. Yoksa çocuklarımız fosfor bombalarıyla yanmaya devam ederler.
ARAPLARDAN BİZE NE Mİ?
Son günlerde işittiğim en rahatsız edici sözdür bu. "Araplardan bize ne?" söylemi ırkçı bir söylemdir. Biz Arap dininin mensupları değiliz. İslam da Arap dini değil, evrenin dinidir. Kuran ve Hz. Muhammed'in bize öğrettiği dinin mensuplarıyız. Olaylara bakarken de böyle bakarız. Gazze'de olan dehşeti sadece bir Müslüman olarak değil, bir insan, sade bir insan olarak da kınadık. Öyle bakılmalı. Benzer bombalar İspanya, Portekiz, Kamboçya veya başka bir ülkenin çocuklarına veya hastanelerine inseydi de aynı tepkiyi gösterirdik. Bırakın bütün bunları, İsrail'in çocuk veya hastanelerine de inseydi tepkimiz aynı olurdu. Ölen masum çocuklar! Çocuklar!
TARİHİ BİR HATIRLATMA
2023 yılında, medeni, özgürlükçü ve insani değerlere saygılı olduğunu gözümüze soka soka anlatmaya çabalayanların, Müslümanlara saldırı söz konusu olduğunda üç maymunu oynadıklarını gördük. Tarihi onurla süslü olan bir ümmetin, Kudüs ilk el değiştirdiğinde gösterdiği hassasiyet ve vicdan dolu duruşunu hatırlatmak isterim. Tarihi iki olayı hatırlatacağım. Birincisi şudur:
Hz. Ömer'e Kudüs halkı Kudüs'ün anahtarını savaşsız ve kansız teslim eder. Hz. Ömer de Kudüs (İliya) halkına bir "emanname", yani dokunulmazlık statüsü verir. 1400 sene önce verilen bu eman şu şekildedir:
"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,
Bu sözleşme, müminlerin emiri ve Allah'ın kulu Ömer tarafından İliya (Kudüs) halkına verilen bir emandır. Onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, yerleşik ve göçebe olan bütün fertlerine verilen bir teminattır. Kiliseleri mesken yapılmayacak, yıkılmayacak ve kısmen dahi olsa işgal edilmeyecektir. İçindeki kutsal eşyalara dokunulmayacaktır. Mallarına el sürülmeyecektir. Kimse dini inançlarından dolayı zorlanmayacak, kendilerine asla zarar gelmeyecek ve yurtlarına Yahudiler iskân olunmayacaktır. Buna karşılık onlar da cizye vereceklerdir. Bunlardan kim yurdunu terk etmek isterse, gideceği yere kadar mal ve can emniyeti sağlanacaktır. Yurdunda kalmak isteyenler ise güvende olacaklardır ve cizye vereceklerdir. Dileyen Rumlarla gidecek, dileyen de toprağına dönecektir. Hasat elde edinceye kadar onlardan bir şey istenmeyecektir.
Bu, Allah'ın Resulü'nün, halifelerin ve müminlerin Kudüs halkına verdiği güvenlik ahdidir. Cizye ödedikleri müddetçe geçerlidir.
Şahitler: Halid bin Velid, Amr bin As, Abdurrahman bin Avf ve Mu'aviye bin Ebu Süfyan, hicri 15 yılında hazırlandı ve yazıldı."
Hz. Ömer'in bu emanı Haçlıların Miladi 1099 yılında Kudüs'ü kanlı bir şekilde işgal edip oluk gibi kan akıtarak şehre girmelerine kadar yürürlükte kaldı. Bu güvenceyle Kudüs halkı hiçbir baskı yaşamadı. Miladi 1187 yılında Selahaddin Eyyubi, Kudüs'ü geri aldı ve aynı emanı devam ettirdi. 1516 yılında Yavuz, Memlük'ten Kudüs'ü geri aldığında aynı emanı devam ettirdi. Hiçbir dine veya mabede dokunulmadı. Kiliseler yakılmadı. İnsanların dinine karışılmadı.
MEKKE'DE PUTPERESTLERE EMAN
İkinci tarihi olay da şudur: Hz. Peygamberimiz, Mekke'yi fetheden yürüyüşe başladığında 10 bin Müslüman'la Mekke'nin yakınlarında otağını kurdu. Kan dökülmesin diye ne gerekiyorsa yaptı. Nihayet sabahleyin Mekke'nin içine, Kâbe'ye yürüyüşe başlamadan önce haber gönderdi. Korkuyla bekleşen paganlara haber gönderdi. "Size dokunmayacağım, isteyen istediğine inanır" dedi aslında. Ve hatta şöyle buyurdu:
"Kim Ebu Süfyan'ın evine sığınırsa güvendedir." Ebu Süfyan daha yeni Müslüman'dı. Belki bir günlük. Efendimiz Mekke'nin bu liderini onurlandırıyordu.
Ebu Süfyan: "Benim evim küçük. Bütün Mekke evime sığmaz ki?" Efendimiz: "O zaman kim Kâbe'ye sığınırsa güvendedir." Ebu Süfyan yeniden: "Ama Kâbe'nin genişliği bellidir." O zaman yaratılmışların en şereflisi şöyle buyurdu: "Kim evine girip kapısını kapatırsa güvencededir. Kim silahını bırakırsa güvencededir." Ve aynen de böyle oldu. Kimsenin evini başına yıkmadı. Kimseyi meydanda asmadı. Bu sözü aynı şekilde uyguladı. Kimseyi İslam'a girmeye zorlamadı.
MÜSLÜMANLAR BİRBİRİNİ KORUMALI
Gelecekte Müslümanlara ne olacak? Hiçbir şey olmayacak. Şer ve kötü anlamda hiçbir şey olmayacak! Bu dinin sahibi, bu dini ve Kitap'ını kıyamete kadar koruyacak. "Allah'ın nurunu ağızlarıyla üfleyerek söndürmezler. Allah nurunu tamamlayacaktır." (Tevbe/32). Gelecekte kâinatın kontrolü elbette Müslümanlarda olacaktır. Bundan kimsenin bir gram şüphesi olmasın. Benim şüphem yok ama bir şartla. Müslümanlar bir, beraber olursa, birbirlerinin dertleriyle dertlenirse, samimi olurlarsa, birbirlerini koruyup müdafaa ederlerse ve Müslüman ülke liderleri "bekle gör"den vazgeçip, halklar siyasi, ekonomik, askeri, coğrafi işbirliği yapıp çağın getirdiği her türlü donanımla eksikliklerini giderirlerse işte o zaman her şey farklı olur. Türkiye'miz bu konuda bir örnektir. Müslümanların güçlenmesi, şer odakları ve kötüler hariç kimseyi ürkütmesin. Zira Müslüman, çocuk, hasta, yaşlı, kadın, masum, günahsız insanı öldürmez. Adaletten milim ayrılmaz. Güçlendikçe merhameti artar.
İSLAM ÂLEMİ KENDİNİ KORUMALI?: Aklıma gelen bir soruyu da paylaşayım: "Uçak gemileri sahile kadar yanaşmasaydı bu kadar kan dökülür müydü? Yoksa ateşkes mi sağlanırdı?" Strateji uzmanları bunu konuşmalı. Ben sade bir insan olarak soruyorum. Eğer bu tür silahlar caydırıcı oluyorsa İslam âleminin eli armut mu topluyor? Her Müslüman ülke kendini korumalı değil mi? Hem de en modern imkânlarla. Çok güçlü olursanız sadece kendinizi değil, mazlumu da korursunuz.
ALLAH'IN DA HESABI VAR: Unutmamak lazım. İnsan hesap eder ama Allah diledi mi hesabı bozar. Başka bir hesabın sebeplerini yaratır. Bunu hak etmek için de bu keremi, lütfu hak etmek lazım.
İMAN FARKI: Bu feci hadise Müslümanlar ile diğerleri arasındaki ahlak farkını da ortaya koydu. Biri her türlü zulmü meşru görüyor, diğeri ise düşmanına su ikram ediyor. Bu insanlık, onur ve vicdan meselesidir.