Az veren candan, çok veren maldan derler. Gönül zenginliğine işaret ederler bu sözle. Muhtaç oldukları halde, daha muhtaç olanı kendilerine tercih edenler, Kur'an'ın diliyle övülür (Haşr/9). Hz. Peygamber'e gelen bir Müslüman, evde yiyecek bir şey bulamadığını, aç olduğunu söyledi. Efendimiz sordurdu, onun da evinde ikram edecek uygun bir şey o an için bulunamadı. Bunun üzerine Ebu Talha isimli sahabe, "Müsaade ederseniz bu kişiyi ben misafir edeyim" dedi. Efendimiz de kabul etti.
Ebu Talha, misafirle evine gitti. Ama ne gariptir ki, o gün onun evinde de sadece ailesine yetecek kadar yemek vardı. Ebu Talha, hanımına şöyle dedi: "Misafirle sofraya oturduğumuzda kandili devir. Işık olmasın. Yemeği de karanlıkta -azımsamasın diye- önüne it. Biz bu geceyi aç geçirelim ama misafir doysun en azından." Öyle de oldu. Aç kaldılar ama misafiri doyurdular.
Sabahleyin Ebu Talha'yı gören Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Dün gece misafirinize olan davranışınız Allah'ın çok hoşuna gitti." Bu hadise üzerine şu ayet indi: "Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler" (Haşr/9).
ÜMİT KAPISI OLMAK
Müslüman, Müslüman'ın kardeşidir. Eliyle, diliyle onu korur. Rencide etmez. Onu savunur. Onun eksiğini yüzüne vurmaz. Kısacası, kardeşinin hatasını örtmekte gece gibi olur. Kalbiyle bile diğer kardeşine zarar vermez.
Müslüman, açı doyurur. İhtiyacını halleder. Yetimin başını okşar. Haramdan tiksinir. Haramdan gelen çok mala hayır der, helalden gelen rızka rıza gösterir. Rızkının peşine düşer. Hayatın ebedi olmadığını bilir. Bugünü tövbeyle geçirir. Yarın tövbe şansı olmayabilir. Kalp kazanmaya çabalar. Kalp kırmaz. Ümitsiz olan yürekleri ümit kapısı yapar. Dinini anlatmaya çabalar. Düşmanı çoğaltmaya değil, cehaleti azaltmaya çalışır. Sadık gönül kazanmaya gayret eder.
İnsan derin bir çıkmazdadır. Bir ümitle sağa sola savrulur. Bir çıkış kapısı arar. İnsan bunalımdadır, şaşkındır, bir kıble arayışındadır. İnsana merhamet et. Onun gönlünü iyiye çevir. Ateşten kurtarmaya çalış.
BUNALIM ÇAĞI MI?
Gelecekte insanı bekleyen en büyük tehlike inancını yitirmesidir. Dinini, inancını, bağını, umudunu, ışığını, görme yetisini kaybedeni neyle sükûnete kavuşturacaksın? Hangi beklentiyle huzur bulduracaksın. Hadi gençlikte zaman şöyle böyle geçti. Eğlence, dostlar, geziler vs... Ya yavaş yavaş yaşlandıkça, geleceğin daraldığını gördükçe, sen sana kaldıkça nereye sığınacaksın? Ne hoyratça bir hayat, ne sınırsız para harcamaları, ne milyarlara varan savurganlıklar, ne iyi gün dostları, ne de şu veya bu; hiçbir kurtarıcı bir gelecek sunmuyor insana.
Önümüzdeki yıllarda vesvese, psikolojik hastalıklar, huzursuzluklar çağın en yaygın hastalığına dönüşecek. İşin sonu imana dayanıyor. Huzura. Mutluluğa, teslimiyete, Allah'a sığınmaya, Peygamber'ine bağlanmaya, iyilik yapmaya, merhamet sunmaya, yükünü azaltmaya, engin yüreğe, tövbeye. Bunun dışında sunulan her çıkış aslında bir diğer boşluğun kapısını açar.
PEYGAMBER'SİZ DİN OLMAZ
Geçen Eyüp Sultan'da soru sormak isteyen -dindar olduğu kanaati uyandıran- birkaç gençle ayaküstü sohbet ettim. Bütün hoşgörümle dinleyerek. Peygamber'siz bir din tuzağına düşmüşlerden birkaç delikanlı. Neticede bizim evlatlarımız, hangi görüşte olurlarsa olsunlar. İsimleri, cisimleri belli olmadığı için rahat yazabiliyorum. Onlara Hz. Peygamber olmadan dinin olmayacağını anlattım.
"Kur'an'da yer almayan ve Hz. Peygamber'in sahih hadisleriyle belli olan ibadetleri nasıl yapıyorsunuz. Mesela akşam namazını kaç rekât kıldınız?" diye sordum. Afalladılar, sonra "2 rekât" dediler. "Delilin ne evladım? Bildiğin gibi akşamın farzı 3 rekât" dedim. "Hiç, canım öyle istedi" mealinde geveleyip durdu. Müthiş üzüldüm. Kur'an'ı yüzünden okuyamıyor, kaynakları bilmiyor, İslam'ı bilmiyor ama kendini Peygamber'den yetkin görüyor. Nasıl bir anafora kapılmışsa! Hz. Peygamber olmadan keyfince kendine din kuran hocaların ektikleri tohum böyle ürün vermiş.
ANLAMAYA ÇALIŞALIM
İki meselemiz var. Biri inançlı olduğu halde aklı çalınmış, robotlaştırılmış evlatlarımız. Dinin özünü bozamayanlar din olgusunu bozmaya çabalıyorlar. Bütün dünyada bu böyle. İkincisi ise hiçbir gayesi, inancı olmayan ve kültür erozyonuna itilmiş evlatlarımız. İki grubu da kırmadan, hakaret etmeden, aşağılamadan, küçük görmeden, sorunlarını dinleyerek, anlamaya çabalayarak dinleyeceğiz. Ve ona göre iletişim kuracağız. Hiç unutmayın: Efendimiz şöyle buyurdu: "Ben Mekke'de davete başlayınca gençler yanımda yer aldı, yaşlılar karşımda."
İnsanımızla "kavli leyyin ve kavli hasen" yani "yumuşak ve güzel sözle" iletişim kuracağız.
***
HER DUAYA CEVAP VAR
"Allah'a dua edip de duasına cevap verilmeyen kimse yoktur. Ya duasının karşılığı dünyada peşin verilir ya da ahiret için saklanır. Yahut dua yaptığı miktar günahından silinir. Yeter ki, kişi günah bir şey veya sıla-i rahmin kesilmesi için dua etmesin veya duada acele etmesin." (Müsned)
***
MAKBUL DUA VAKİTLERİ
Ebu Ümame (RA) anlatıyor: Resulullah'a (SAV) "Hangi dua önemlidir?" diye soruldu. Efendimiz, "Gecenin sonunda yapılan dua ile farz namazların ardından yapılan dualar" buyurdu.
Yine Enes (RA) anlatıyor: Resulullah (SAV) buyurdu ki: "Ezanla kamet arasında yapılan dua reddedilmez." "O zaman nasıl dua edelim? Duamızda neleri isteyelim?" diye soruldu. "Allah'tan dünya ve ahirette afiyet isteyin" buyurdu. (Tirmizi, Daavat; 80/138)
***
ANNE KIYMETİ
Sahabeden biri "Ya Resulullah! Güzel dostluk ve muhabbet beslememe insanlar arasında en layık kimdir?" diye sordu.
Efendimiz, "Annen" dedi.
"Sonra kim?"
"Annen."
"Sonra?"
"Annen."
Adam dördüncü kez "Sonra kim?" dedi.
Resulullah (SAV) bu sefer "Baban" buyurdu.
***
KUSURU ÖRTMEK
Ukbe b. Amir'in (R.A) kâtibi Düceyn anlatıyor: Ukbe'ye dedim ki: "Benim bazı komşularım şarap içiyorlar. Onları polise haber verip yakalatmak istiyorum, ne dersin?" Ukbe, "Öyle yapma. Onlara nasihatte bulun ve korkut" dedi. Ben, Ukbe'nin dediği gibi yaptım, ama yine de vazgeçmediler. Tekrar Ukbe'ye gelip, "Efendim, sizin dediğiniz gibi yaptım. Ama dinlemediler, içmeye devam ediyorlar. Artık polis çağırayım da gelip yakalasınlar mı?" dedim. Ukbe yine razı olmadı: "Yazık sana! Bu yapılır mı? Zira ben Resulullah'ın (SAV) şöyle buyurduğunu işittim: Kim bir müminin kusurunu örterse, kabre diri olarak gömülmüş kızcağıza hayat vermiş gibi olur."
***
CAHİLİYE VAHŞETİ
Cahiliye döneminde kızlar canlı canlı toprağa gömüldüğü gibi, hayvanların vücudundan da canlı iken bir parçası kesilip alınırdı. Hayvanın bağırmasına, canının yanmasına hiç aldırılmazdı. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz bu vahşi âdeti kaldırmıştır.
Ebu Vâkıd (RA) anlatıyor: Resulullah (SAV) Medine'ye geldiği zaman, Medineliler diri diri devenin hörgücünü keser, koyunların kuyruklarını koparıp yerlerdi. Bunun üzerine Resulullah (SAV) buyurdu ki: "Diri hayvandan kesilen şey meytedir, leştir, asla yenilmez." (Ebu Davud, Sayd, 3)
***
KABİR ÜZERİNE OTURMAK GÜNAH MIDIR?
İnsanın dirisi saygın olduğu gibi ölüsü de saygındır. Dolayısıyla ölülere saygı duyulması ve saygısızlık anlamı taşıyan davranışlardan kaçınılması gerekir. Bu itibarla, zaruret olmadığı sürece, mezarların üzerinden geçilmesi ve kabirlerin üzerine oturulması dinen uygun bir davranış değildir. Hz Peygamber (SAV), "Sizden birinin ateş üzerine oturup da bu ateşin elbisesini yakması, kabir üzerine oturmasından daha iyidir" (Müslim, Cenaiz 96 ) buyurmuşlardır. Ancak, kabrin kenarına oturulmasında bir sakınca yoktur.
Secdede ayakların yerden kesilmesi namaza zarar verir mi?
Secde ederken, rüknü yerine getirecek kadar bir süre ayak parmaklarından birinin yere dokunması yeterlidir. Ayakların en az birisi bu kadar süreyle yere dokunmazsa namaz sahih olmaz.
Deprem gibi canı tehlikeye atacak durumlarda namaz bozulabilir mi?
İslam'a göre insan canı değerlidir. Canı korumak dinimizin zorunlu kıldığı şeylerden biridir. Bunun için gerektiğinde haram olan bir şey dahi yapılabilir. Tehlikelere karşı korunmak gerekli olduğu gibi, canı tehlikeye atmak da yasaktır. Kur'an-ı Kerim'de, "Kendi kendinizi tehlikeye atmayın" (Bakara 2/195), "İhtiyatlı olun (tedbirinizi alın)" (Nisa 4/102) denmektedir. Buna göre insan hangi durumda olursa olsun tehlikelerden kendini korumak zorundadır. Aksi halde dinen sorumlu olur. Bu itibarla camide veya evde cemaatle ya da tek başına farz veya nafile namaz kılarken depreme yakalanan, bulunduğu yerde yangın çıkan, değerli bir malı çalınan veya malı kaybolan kimse, bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığı için namazını bozup kendini güvenceye almaya çalışmalıdır.
Ticaret malının zekâtı kendi cinsinden ödenebilir mi?
Ticaret malının zekâtı malın değeri üzerinden hesaplanıp parayla verilebileceği gibi, malın kendi cinsinden de verilebilir.
Kıbleye yönelik defnedilmediği sonradan anlaşılan bir cenaze için herhangi bir şey yapılır mı?
Cenazenin yüzü kıbleye gelecek şekilde sağ omzu üzerine defnedilmesi sünnettir. Bu itibarla bilmeyerek kıble dışında bir istikamete doğru defnedilen cenaze olduğu gibi bırakılır. Zira meşru bir mazeret bulunmaksızın kabrin açılması caiz değildir.
Türbelere adakta bulunulabilir mi?
İbadetler Allah için yapılır. Adak da ibadet anlamı taşıdığından sadece Allah için yapılması gerekir. Bu sebeple türbe veya ölüler için adakta bulunmak caiz değildir. Dolayısıyla bu yönde yapılacak bir adak geçersiz olur. Böyle bir adak caiz olmamakla birlikte bir türbede Allah rızası için kurban kesmeyi adayan kişinin o kurbanı kesmesi vaciptir. Ancak kurbanı türbede değil başka bir yerde keser. Böylece adak yükümlülüğünden kurtulmuş olur.