Teknolojinin, bilimin, hayatı kolaylaştıran devasa gelişmelerin varlığına rağmen insanlık tatmin olamamanın ve bunalımın pençesinde kıvranıyor. Ne seyahatler, ne son model arabalar, ne tatiller, ne muhteşem akıllı binalar, ne de bütün zevk ve sefalar yüreklerdeki bunalıma çare olabiliyor. Çare olamaz da. İnsan yaradılış, varoluş hikmetini ıskaladı ve kendini boş avuntularla oyaladı. Ve insan hem yer ve gökteki bozulmanın fitilini ateşledi hem de suçu kendinden başkasına atmaya çalıştı:
"İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde fesat ve bozulma çıktı. Umulur ki, fesatlık ve fırsatçılık yapmaktan dönerler diye Allah onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır." (Rum/41).
İnsanlığın yaşadığı çağdaş felaketler eğer akıllanıp da fıtratlarına dönmezlerse gelecek olan felaketlerin yanında bir hiç kalır. Eski peygamberlerin ümmetlerinin başına gelen felaketlere bakın; hepsi nizamı, inancı, tartıyı, ölçüyü, ahlakı bozdukları için tümden helak olmuşlardır. Aslında herkesin merak ettiği soru şudur: İnsanlığa hakkaniyet merkezli, vicdanın egemen olduğu yaşamı kim sağlayacak. Batı mı, İslam âlemi mi, başkaları mı?
BATI MENFAATÇİDİR
Batı toplumları fırsatçı ve menfaatçidir. Örneklik teşkil edecek ahlaki misyondan uzaktırlar. İşlerine gelmeyen bir işe, bir kuruş ayırmazlar. Pragmatist, şoven ve hazcıdırlar. Düşmüş birine, bir mazluma, bir muhtaca inanç ve samimiyetlerinden değil, varsa biraz vicdanlarından veya kanun gerektirdiği için el uzatırlar. Görünürde şiddetten hoşlanmazlar ama sömürürler ve tarih boyunca çeşitli ülkelerin milli kaynaklarını hoyratça yemeye devam etmişlerdir. Bu cümlelerim bir nefret veya kin saikiyle yazılmış değil, gördüğüm bir durumun ifadesidir. Bunu bilmek önemli; zira Batı toplumlarından hayırlı bir adım göremediğimizde şaşkınlık yaşamanın bir anlamı yok. Geçer akçe onlarda budur. Büyükten küçüğe miras kalan tarzı budur. Yeni nesiller dilerim ki bu kurguyu bozarlar. İnsan olmanın gereğini yaparlar.
KURTULUŞ MÜSLÜMANLARDA MI?
"İnsanlığın yaşadığı bu bunalımdan kurtuluş bugünkü Müslümanların elinden olacak" diye bir iddiamız da yok beklentimiz de. Ama hem bugün hem de yarının kurtuluşunun yolu İslam'dan geçiyor. Zira İslam, insanın arzu duyduğu, vicdanın seslendirdiği, kâmil aklın kabul ettiği bütün erdemlerin kapısını açmıştır. Açmıştır, lakin insanların, hatta Müslümanların İslam'la ve hususen Kur'an'la tanışmaları istenilen seviyede olamamıştır. Müslümanların Kur'an ve Hz. Resul'le iyi bağ kurduklarında dünyanın kaos iklimini huzur iklimine dönüştürdüğünü gördük. Gelecekte insanlığın bunalımdan çıkış yolu yüce vahye -Kitap'a- dönüştür. Kur'an fıtratı, selim aklı temsil eder. Vicdanı, adaleti, sevgi ve merhameti öngörür. Düşmanına dahi merhamet ve hakkaniyeti emreder. Kur'an; dalaletten hidayete çıkaran bir nurdur. İlahi kudrete yönlendiren bir teslimiyettir. Kur'an huzurdur. Bu nedenle de Kur'an sadece bir milletin, ırkın, coğrafyanın, iklimin ve belli bir zamanın dini değildir. Emirleri ve yasakları tarihsel değil, her çağa hitap eder.
Kur'an'daki bütün kıssalar birer ibret dersidir. Meydana gelen hadiseler karşısında nasıl bir duruş sergileyeceğimizi anlatan uyarılardır. Kur'an'ı duvardan indirip önümüze rehber olarak almalıyız. Hz. Peygamber (SAV), "Kur'an'ı okuyun, zira o size kıyamet günü şefaat edecektir" buyurur.
Kur'an'ı kendi heva, düşünce ve nefsine göre yorumlayan ve büyük âlimlerin çıkarımlarının tam zıddına çıkarımlarla Müslümanların aklını çelen kişilere dikkat etmeliyiz. Onlar; Hz. Peygamber'i, en büyük tefsirciyi, yaşayan Kur'an'ı yani Efendimizi yok sayarak kendilerine göre Kur'an'ı güya tefsir ediyorlar. Onun için mucizeyi, şefaati, ahiret gününü, hesap ve mizanı, cennet ve cehennemi, kabir azabını, beş vakit namazı, kerameti yok sayıyorlar. Kısaca, Hz. Peygamber'in önderliğini, yol göstericiliğini insanların belleğinden silmeye çalışıyorlar.
SAHABE OKURKEN ÜRPERİRDİ
Efendimizin dostları Kur'an'ı okurken dünyadan soyutlanıyorlardı. Sanki Kur'an onlara inmişçesine heyecanlanıyorlardı. Hz. Peygamber (SAV) Kur'an okurken mübarek göğsü hızla inip çıkar, rengi değişirdi. Bazen sesini yükseltir, bazen azaltırdı. İnen ayetleri, sahabe evirip çevirmeden aynen tatbik ederdi. Kur'an onların dertlerini çözen bir kapıydı. Manevi hastalıklarının ilacıydı.
***
ŞANLI BİR DİRENİŞİN ADIDIR 15 TEMMUZ
15 Temmuz darbe girişimi asil bir milletin kaderine, hürriyetine ve onuruna karşı yapılmış, birçok gücün dahlinin olduğu planlı bir kalkışmaydı. Ama aynı zamanda 15 Temmuz tek yumruk olmuş, kucaklaşmış, ayrı gayrı gözetmeden kenetlenmiş bir milletin tarihte benzeri görülmemiş şerefli bir direnişinin de adıdır.
15 Temmuz hain darbe girişimine direnirken şehit olan kardeşlerimize yüce Allah'tan rahmet dilerim. Mekânları cennet, mihmandarları Hz. Peygamber olsun.
Rabbim bir daha benzeri olaylarla bu ülkeyi muhatap kılmasın.
***
TEVESSÜL ŞİRK MİDİR?
"Tevessül nedir?" önce bunu kısaca belirtelim. Tevessül, bir insanın ahiretteki zor hesap günü için, "Ya Rabbi, beni şu amelim, ibadetim, sadakam veya sevdiğim salih, takvalı ve ibadet ehli olan kişinin duaları hürmetine affet" demesidir. Anlaşılacağı gibi tevessül bir vesileye sarılmadır. İtibarlı bir ameli veya salih bir kişinin duasını affımız için öne almaktır. Yoksa tevessül, yüce Allah'a rağmen bir gücü öne almak gibi algılanırsa bu elbette şirk olur. Tevessülü kabul edecek ve müsaade edecek olan yüce Allah'tır. Günahkârlar, günahlar, putlar, Allah'ın razı olmadığı şeylerle tevessül ve vesile olamaz. Kur'an-ı Kerim'de Bakara Suresi'nin 248. ayetindeki ahit sandığı bir teberrük ve tevessül örneğidir. Hz. Ömer'in yağmur duasında, "Ya Rabbi, Peygamberimizin amcası hürmetine bize yağmur yağdır" dediğini biliyoruz. Mağaraya sığınan ve mağara çökünce mahpus kalan üç kişinin iyi amellerini sayarak iyilikleri sayesinde -tevessül ederek- kurtulduklarını Hz. Peygamber haber vermiştir. Burada en önemli nokta; gerek şefaat gerekse de tevessülde bütün tasarruf ve iznin yegâne sahibi yüce Allah olduğunu unutmamaktır.
Tevrat ile İncil'deki bazı bilgilerin Mezopotamya kaynaklı olduğu ve kutsal kitaplarda yazılanların insan ürünü olduğu iddia ediliyor. Ne dersiniz?
Bunu iddia edenler önyargılı oldukları kadar vahyin tarihi sürecini tam kavramayan ve çok sathi bir bilgiyle bu meseleleri çözmeye çalışanlardır. İlk vahiy Tevrat ve İncil değil ki! Yüce Allah ilk insan olarak Hz. Âdem'den bu yana veya daha öncesinde başka âlemlerde başka varlıklar varsa onlar için 120 bin civarında peygamber göndermiştir. Bu peygamberlerin bir kısmı bir kavme, bir kısmı bir köye, bir kısmı bir millete gelmiştir. Belki başka âlemlere gönderilmişlerdir. Ve bütün bu peygamberler, yüce Allah'tan aldıkları vahiyleri, buyrukları, öğretileri, ahlaki söylemleri, kıssaları, meseleleri halklara iletmişlerdir. Hatta vahyin tarihini Hz. Âdem'den önceye, evrenin yaratıldığı ve sorumluluk sahibi canlıların var olduğu ilk canlıların dönemine kadar götürebiliriz. Bu bilgiler nesilden nesile bütün medeniyetleri derinden etkilemiştir. MÖ 3500-2000 arasında Sümerler, MÖ 2000'lerde Hititler ve Asurlular, daha önceki veya sonraki milletler bu bilgilerden yararlanmışlardır. Onun için Sümerler'deki "yaradılış", "tufan", "insanın balçıktan yaratılması" gibi bilgileri yadırgamak yanlıştır. Hititler, Sümerler veya Asurlular elbette peygamberlerden etkilenmiş, onların öğretilerini almış ve kullanmışlardır. Bu nedenle de Tevrat, İncil veya Kur'an-ı Kerim'deki bazı olayların ortak bir dilinin olması son derece normaldir. Konfüçyüs'ün öğretilerinde vahyin hiç mi etkisi yok? Eflatun ve Platon'un yüce Yaratıcı'dan çok uzak olduğunu söyleyebilir miyiz?
Sonuç olarak: Diğer milletlerin mitolojisindeki bazı bilgilerden hareketle kutsal kitapların ve Allah fikrinin insan kaynaklı olduğu sonucunu çıkarmak bilgisizliktir. Buradan kutsal metinlerin insan ürünü olduğu değil, yüce Allah'ın peygamber göndermedik hiçbir nesli bırakmadığı ve sağlıklı, erdemli bütün bilgilerin vahiy kaynaklı olduğu sonucu çıkar.