Huneyn Savaşı sonrası elde edilen savaş ganimetlerini Hz. Peygamber dağıtırken İslam'a yeni girmiş, henüz tam olgunlaşmamış ve "kalbi İslam'a ısındırılacaklar" diye nitelendirilen Mekkelilere dolgun hisse ayırırken, yılların Medineli Müslümanlarına çok az miktarda hisse ayırmıştı. Kalpleri İslam'a ısındırılacak kişilerin eline ciddi manada ganimet ulaşırken, en eski ve vefakâr Müslümanlara az bir hisse düşmüştü. Bu hâl Medineli bazı Müslümanları rahatsız etti. "Hz. Peygamber, Mekkelileri bize tercih etti. Halbuki biz O'nu her kötülüğe, hatta Mekkelilere karşı koruduk. Neden onları bize tercih etti?" diye söylenmeye ve sızlanmaya başladılar.
Kim ne derse desin; para, ganimet, mal, mülk gibi dünyevi tercihler insanların duruşunu etkiler. Hz. Peygamber belki bu tavrıyla sahabeyi en zor şeyle, "Dünyevi menfaat azaldığında ne olacaklar, nasıl bir pozisyon alacaklar?" haliyle denemek ve imtihan etmek istemişti. Elbette bu sebeplerden biridir. Bakalım Hz. Peygamber'i mi tercih edecekler yoksa dünyanın menfaatini mi? Hz. Peygamber durumu aydınlatmak için minbere çıktı ve çok manidar bir konuşma yaptı.
Konuşmasında Müslümanları, hem de en eski ve en vefakâr olanlarını dünyayla imtihan ettiğini üstü kapalı bir şekilde ifade etti. Kısaca şöyle buyurdu: "Ben sizinle Medine'ye döneceğim. Mekkeliler ise dünyalıkla Mekke'ye dönecekler. Ben mi, ganimet mi? Tercih yapın."
Hz. Peygamber sahabeyi, yol arkadaşlarını dünyalık malla imtihan ederken, diğer yandan onların kendi yanında menfaat için beklemediklerini de ispat etmiş oluyordu. Hayatın her dönemine ve aşamasına ışık olan bu unutulmaz hadiseyi bütün boyutuyla, Hz. Peygamber'in sözleriyle takdim ediyorum. Hz. Peygamber (SAS) minbere çıktı ve şöyle konuştu:
"Ey Medineliler! Sizler yolunu şaşırmış kişiler idiniz de Allah sizi benim sayemde hidayete erdirmedi mi? Siz birbirinizle mücadele eden bir kavimdiniz; benim Medine'ye gelişim, hicretim sayesinde Allah sizi birleştirmedi mi? Siz fakirdiniz; Allah benim sayemde sizi bolluğa kavuşturmadı mı? Sizi birbirinize sevdirmedi mi?"
Hz. Peygamber'in bu sorularına ensar, yani Medineliler, "Ey Allah'ın Peygamberi! Bütün bunlar doğrudur, lütuf ve nimet Allah'ın ve Peygamber'inindir" diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Ey ensar! Sizler isteseydiniz, benim sorularıma şöyle de cevap verebilirdiniz" dedi ve kendisini Medineli ensardan birinin yerine koyarak konuşmasına devam etti: "Ey Allah'ın elçisi! Sen kavmi tarafından kovulmuş biri olarak yanımıza geldin. Biz seni bağrımıza basıp doğruladık. Sen yoksuldun, biz seni malımıza ortak kıldık!"
Hz. Peygamber böyle bir girişten sonra ensarın ganimet konusundaki ileri geri konuşmalarını hatırlattı. Bunun üzerine Medine'nin ileri gelenleri şöyle dediler: "Ey Allah'ın Peygamberi! Bizim ileri gelenlerimizden hiçbiri sizi üzecek bir şey söylememiştir. Sadece bazı gençler, "Resulullah ganimetleri Kureyş'e veriyor da bizi bırakıyor. Halbuki biz Kureyşlilerle dinimizi korumak için savaştık" demişlerdir."
Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Ey Medineliler, çok basit bir dünya malı yüzünden mi bana gücendiniz. Ben onlar küfre ve şirke yakın olduklarından dolayı daha fazla pay ayırarak onları İslam'a ısındırmak istedim. Size de Allah'ın İslam nimetinden ayırdığı payı kâfi gördüm. Ey ensar, buna memnun olmadınız mı? Ey ensar, onlar aldıkları mallarla, sürülerle, develerle evlerine giderken siz Peygamber'le birlikte olmak istemez misiniz? Allah'a yemin ederim ki, sizin benimle Medine'ye dönüp gitmeniz, onların ganimet mallarıyla evlerine gitmesinden çok daha hayırlıdır."
Medineli Müslümanlar, Hz. Peygamber'in bu iltifat ve sözünden son derece heyecanlanmış olarak hep birlikte, "Ya Resulullah, elbette biz seninle Medine'ye dönmeyi tercih ederiz" dediler.
Hz. Peygamber konuşmasına devamla şöyle dedi: "Eğer hicret şerefi ve fazileti olmasaydı, muhakkak ki ben ensardan biri olmak isterdim. Andolsun ki, bütün insanlar bir tarafa, ensar başka bir tarafa gitmiş olsa ben ensarın gittiği tarafa gitmek isterdim."
Bu sözlerinden sonra Hz.Peygamber şöyle dua etti: "Allah'ım, ensara, ensar çocuklarına ve torunlarına merhamet eyle."
Hz. Peygamber'in kendilerine yönelik övücü sözlerinden son derece duygulanan ensar, yaptıkları konuşmalardan pişmanlık duyup "Biz Resulullah'ın bizimle birlikte olmasını her şeye tercih ederiz" dediler ve öyle de yaptılar. En ağır imtihanı, dünyayla denenmeyi kazandılar. Ganimeti değil de Hz. Peygamber'i tercih ettiler. (İbn Hişâm)
***
ŞU DÖRT NASİHATİ İYİCE BELLE
İbn-i Asakir'in rivayetine göre İbn-i Mülcem, Hz. Ali'yi (RA) suikastla vurduğu zaman Hz. Hasan (RA) ağlayarak yaralı olan babasının yanına vardı. Hz. Ali, ona "Neden ağlıyorsun evladım?" diye sordu.
Hz. Hasan, "Babacığım, sen ahiretin ilk gününde ve dünyanın son gününde olduğun halde, nasıl ağlamayayım?" dedi. Bunun üzerine Hz. Ali:
"Oğlum. Şu dört şeyi iyice belle.
Bunların ışığında yaptığın işler sana zarar vermez" dedi.
Hz. Hasan, "O dört şey nedir?" diye sorunca Hz. Ali şu cevabı verdi:
"En büyük zenginlik akıldır, en büyük fakirlik ahmaklıktır. En büyük vahşet kendini beğenmektir, en büyük üstünlük iyi huydur." Bunun üzerine Hz. Hasan, "Babacığım.
Bu dört şey. Diğer dört şeyi de bana öğretir misin?" dedi. Hz. Ali: "Ahmakla dostluktan sakın; çünkü o sana yarar sağlamak ister fakat zarar verir. Çok yalancı olan kişiyle dostluktan sakın; çünkü o sana uzağı yakın, yakını da uzak gösterir. Cimriyle dostluktan sakın; çünkü senin en çok ihtiyaç duyduğun bir şeyi senden esirger. Günahlara dalanla dostluktan sakın; çünkü o seni değersiz bir şeye satar."
İŞYERİNDE NAMAZ KILMAM İÇİN İŞVERENİN İZİN VERMESİ GEREKİR Mİ?
Bir işyerinin disiplin ve düzeni elbette önemlidir. Ama beş vakit namaz farzdır. Müslüman'ın farz olan namaz ibadeti de ferdi bir hakkıdır. Müslüman'ın ibadetini yapabilmek için işvereni bilgilendirmesi, istismara engel olmak niyetiyle izin alması uygun olur. İşverenden de Müslüman çalışanının ibadetini yapabileceği uygun mekân ve zemini hazırlaması beklenir. Zira farz olan ibadete engel olması dinen kabul edilemez. Herhangi bir işverenin, "Sen namazını kılma, günahın bana ait olsun" şeklindeki savunmasının dini, akli ve vicdani açıdan geçerliliği yoktur.
İçtihat ne demektir? Artık içtihat edilemez mi?
İçtihat, dini bir hususta herhangi bir hedefe ulaşmak için bütün gücü kullanmak anlamına gelir. Yani dini alanda, dini ilimlerde yeni olan bir konuda, doğru olan sonuca varmak için yetkin olan bir âlimin bütün gücünü harcamasıdır. İçtihat etmek için, içtihat edenin ayet ve hadisleri, usulle ilgili konuları, ayetlerdeki hükümlerin illetini, hükmün ayrıntılarını, kıyas ve benzeri bütün konuları iyi bilmesi gerekir. Bu husustaki nüansları, ayetlerin iniş sebebini ve zamanını, hangi hadisin hangi konuyla ilgili olduğunu bilmelidir. Ciddi bir birikim sahibi olması, vahiy dilini çok iyi kullanması şartlar arasında sayılır. Bu özelliklere sahip olan herhangi bir âlim, içtihat edebilir, din hakkında karar verebilir ki, bunun çok zor olduğu ve ağır şartlar gerektirdiği ortadadır. Bu nedenle her ortaya çıkanın din hakkında kanaat ileri sürmesi doğru değildir.
Bir hadis
İnsanlara merhamet etmeyene, Allah da merhamet etmez.
Bir uyarı
Birbirinizle ilginizi kesmeyin. Sırt dönmeyin. Kin tutmayın. Haset etmeyin. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz