Eskiler muvazene derlerdi. Denge demek. Ölçü demek. Bu kaybolduğunda toplumun önüne linç kültürü, kin duygusu ve serseri mayın gibi sağa-sola sataşma iklimi açılır.
TV'lerde konular tartışılırken şu sıkıntıyı nasıl çözerizden çok, karşı mahalleyi(!) nasıl döverim düşüncesi etkili olmaya başlıyor. Nasıl döverim, nasıl tokatlarım. Ekrandaki bu kavga, bu anlamsız nefret elbette evlere de, internet sitelerine de, oradaki yorumlara da sarkıyor. Haylice ayrıştık ve yorulduk. Bu yol, bu yöntem, bu hal düşmanlarımızın sırıtarak seyrettiği bir kronik vaka haline büründü.
Adam karşıdakine düşman. Sebebi belirsiz. Yolculuk yapmamışlar, dostluk yapmamışlar, komşuluk yapmamışlar, karşılaşmamışlar, selamlaşmamışlar ama karşıdaki adama nefret kusuyor. Sebep! Sebebi yok. Onun hayatı niye daha iyi, niye benim gibi düşünmüyor, niye şu makamda, niye şu mevkide, niye şu kadar kazanıyor, niye boyu uzun, niye kilosu çok, niye benim partimden değil, niye, niye, niye! Sonu yok. Sonu ki, nefret, saldırganlık, lanetleşme, inatlaşma, sesini yükseltme. Nereye kadar! Mezara kadar. Hadi bakalım.
***
Seni değil Allah'ı yalanlıyorlar
En'am Suresi 33. ayetin dikkat çekici bir mesajı var. Bu mesaj her zaman, her zemin ve her dönem için uygulanabilen ve pratikte yansıması olan bir mesajdır. Dün bu ayet Hz. Peygamber (s.a.v.) içindi. Bugün her mümin için ders verici anlamlar taşıyor. Olay şu: Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz İslam'ı tebliğe başlıyor. Bu tebliğ; puta, nefsine, hevasına, keyfine, zevkine, dünyasına tapınan imansızları rahatsız ediyor. Başlıyorlar algı operasyonuna. Ne yapıyorlar. Şunu yapıyorlar: Muhammed sihirbazdır, delidir, şairdir, yalancıdır diyorlar. Diyorlar da diyorlar. Şımarıkça, ahlaksızca, fütursuzca, edepsizce saldırıyorlar. Bütün bu saldırılar, şahsına yönelik bu karalamalar elbette peygamberimizi bu yüce önderi yaralıyor. Daralıyor elbette. Bu putperest, çamurlaşmış, kokuşmuş insanların yorumları, saldırıları sevgili peygamberi üzüyor.
Bunun üzerine Rabbimiz En'am 33. ayeti indiriyor. Ayette diyor ki; Muhammed üzülme. Sana yakıştırmalarına aldırma. Onların derdi sen değilsin. Onların derdi benim. Seni değil, esasen onlar Allah'ı yalanlıyorlar. Düşmanlıkları sana değil düşmanlıklarının kökeninde benim emirlerimden rahatsızlıkları var. Sen yola devam et. Onları bana bırak. Nasılsa bana gelecekler. Ben onların hesabını kapatacağım.
Ayetin meali şöyledir;
(Resulüm) Onların (senin hakkında) söylediklerinin gerçekten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar.
Fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar. (En'am, 33.ayet) Peki neden Allah'tan ve vahiyden nefret ediyorlar.
a- Allah onların berbat hayatlarını eleştiriyor.
b- Allah onların çirkin arzularına yasak getiriyor.
c- Allah peygamber ve kitap göndererek onların ahirette bize bir uyarıcı gelmedi itirazını bitiriyor.
d- Allah onlara, kişisel haz ve menfaatiniz yerine benim talimatıma uyun diyor.
e- Allah onlara şeytanlarınızdan ve nefsinizi ilahlaştırmaktan vazgeçin diyor.
f- Allah onlara, bu hayatın devamında ahiret var ve orada dirilteceğim. Topraktan toplayacağım ve mahkemeye çekeceğim.
Çekeceğiniz var benden dediği için Allah'tan nefret ediyorlar. Nefretlerini de peygambere kusuyorlar. Olay budur işte.
Azılı bir müşrik olsa bile, belli bir karakteri olan Ebu Cehil'in itirafı apaçık her durumu özetliyor:
Ebu Cehil Hz. Resul'e şöyle dedi:
'Muhammed! Biz seni değil bildirdiklerini yalanlıyoruz. (Elmalılı Tefsiri) başka söze ihtiyaç yok. Allah maskeleri böyle indiriyor. Artık yol belli. İsteyen istediği yere gider. Cennete de, cehenneme de gitme özgürlüğü var.
***
Hz. Ali yola çıkarken
Ali bin Rabia şöyle anlatıyor: Ben Hz. Ali ile beraberken binmesi için ona bir binek getirdik. Ayağını özengiye koydu 'Bismillah- Allah'ın adıyla' dedi. Bineğin üzerinde doğrulurken 'Elhamdu lillah- Allah'a hamd olsun' dedi
Sonra ise şu ayeti okudu:
Bunu bizim hizmetimize veren Allah her türlü -kusurdan ve ortaktan uzaktır. O lütuf etmezse bizim bu nimete gücümüz yetmezdi. Sonunda hepimiz Rabbimize döneceği. (Zuhruf, 13-14)
Sonra Hz. Ali üç defa: 'Elhamdulillah, üç defa Allahu ekber' dedi. Daha sonra şu duayı okudu: 'Ey Rabbim! Seni her türlü kusurdan ve eksiklikten tenzih ederim. Ulularım. Sen yücesin. Ben kendime zulmettim. Beni bağışla. Çünkü senden başka günahı bağışlayacak kimse yoktur.'
Sonra gülümsedi. Bunun üzerine ben ona şöyle sordum: Ey müminlerin emiri. Niçin güldünüz. O şöyle cevap verdi: Ben Resulullah'ın hayvana binerken yaptığı gibi yaptım. Resulullah bu noktaya gelip bu duayı okuyunca gülmüştü. Ben kendisine Ey Allah'ın Elçisi niçin güldünüz diye sormuştum o da bana şöyle buyurmuştu:
Şüphesiz senin Rabbinin şöyle dua eden kulundan hoşnut olduğunu bildiğim için güldüm. "Allah'ım günahlarımı bağışla. Çünkü günahları senden başka bağışlayacak kimse yoktur. (Ebu Davud Tirmizi) büyüklerimiz hamd, tesbih ve tekbiri her işlerinin nirengi noktası yaptılar. Allah'ın lütuf ve keremini hiç unutmadılar. Biz de arabamıza binip yola çıkmadan bu duaları okumalıyız.
***
Çocukları ihmal etmeyen bir peygamber
Hz. Peygamber yetime, yaşlıya, düşküne, kadına ve çocuklara özel ihtimam ve ilgi göstermemizi isterdi. Kendisi de buna dair bize örnekler oluştururdu.
Ebu Hureyre (r.a.) şöyle anlatıyor:
Ashabın (peygamber dönemi Müslümanlarının) şöyle bir alışkanlığı vardı. Bir meyvenin turfandası çıkınca, onu alıp Resulullah efendimize getirirlerdi. Allah'ın peygamberi de o meyveyi eline alıp şöyle dua ederdi:
Allah'ım meyvelerimizi bereketlendir. Şehrimizi bereketlendir, ölçeklerimizi bereketlendir. Allah'ım! İbrahim senin kulun, dostun ve peygamberindi. Ben de senin kulun ve peygamberinim. İbrahim sana Mekke için dua etmişti. Ben de O'nun Mekke için ettiği (bereket duası) gibi ve hatta o duanın bir kat fazlasını Medine için dua ediyorum.
Ebu Hureyre anlatmaya devam ediyor: Daha sonra Resulullah (s.a.v.) etrafta gördüğü çocukların en küçüğünü yanına çağırır ve turfanda meyveyi ona verirdi. (Müslim, Tirmizi, İbn Mace)
Burada çocukların korunması, gözetilmesi emri vardır. Hele son zamanlarda küçük çocuklara yönelik rezilce sapkınlıklar gördükçe evlatlarımıza daha hassasiyetle eğilmemiz ve onları korumamız daha öncelikli hale geliyor.
***
Ağlamak abdesti bozar mı?
Normal bir şekilde gözden yaş gelmesi abdeste zarar vermez.
Ancak herhangi bir hastalıktan dolayı gözden gelen iltihapla karışık göz yaşı abdesti bozar. Ancak iltihap - hastalık- tan dolayı sürekli gözyaşının akması abdeste zarar vermez.
Zira bu tür insanlar dinen özür sahibi insanlardır. Onlar için yüce dinimiz özel kolaylaştırma hükümleri uygulamıştır.
Namaz kılarken mesela 3 rekatlık akşam namazının farzı gibi rekat sayısı söylemek zorunda mıyım?
Buna gerek yoktur. "Allah rızası için bugünkü akşam namazının farzını kılmaya" demeniz yeterlidir. Dilerseniz rekat sayısını söyleyebilirsiniz.
Cuma günleri oruç tutmak caiz mi?
Cuma günlerini oruca ayırmak doğru değil, mekruhtur.
Cuma günleri Müslümanların bir nevi birbirleriyle ikramlaşma günleridir. Ancak perşembeyi tutan kişinin cumayı da buna katması caiz olur. Perşembe ve pazartesi günleri oruç tutmak sünnettir.
Hacda birini akşam namazından önce 2 rekat namaz kılarken gördüm. Bu hangi mezhepte var?
Hz. Peygamber'in farz namaz önce veya sonrasında daimi kıldığı -sünnetlere- müekked (güçlü) sünnet deriz.
Abdullah bin Ömer'den şöyle bir rivayet var. Hz. Peygamber hiç terk etmeden şu namazları kılardı. Öğlenin farzından önce dört, farzından sonra iki; sabah farzından önce iki, akşam ve yatsının farzından sonra iki rekat kılardı. Bütün bunların toplamı 12 (on iki) rekat oluyor. Farzları kılan kardeşlerimizin bu sünnetlere dikkat etmesi lazım.
Sorduğunuz soruya gelince:
Hanefi, Hanbeli ve Şafii mezheplerine göre akşam namazı farzından sonra kılınan 2 rekat müekked sünnettir.
Onlara göre akşam farzından önce namaz yoktur.
Şafii mezhebine göre ise, akşamın farzından önce 2 rekat müekked olmayan sünnet vardır.
Şafiiler daha çok: 'İki ezan (yani ezan ile kamet) arasında namaz vardır hadisine dayanırlar. Malikiler bunun sünnet olmadığı kanaatindedirler. Hacda gördüğünüz kişi muhtemelen Şafii bir Müslümandır.