Muharrem ayı ve bu ayın onuncu günü olan aşure günü, birçok peygamberin zafer veya zulümden kurtuluş gününe denk geliyor.
Diğer açıdan ise Muharrem ayı Müslümanlar için acılı bir tarihi olayı barındırıyor. Gönüllerimizi derinden yaralayan bu olay Kerbela olayıdır.
680 tarihinde Muharrem ayının 10. gününde (10 Ekim 680) Hz. Ali'nin oğlu ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) "gülü" olarak nitelediği torunu Hz. Hüseyin yanındaki kırkı aşkın akrabasıyla Kerbela'da şehit edilmiştir.
İnsanlık tarihinin en feci olaylarından biridir. Onur yaralayan bir faciadır. Ömer bin Abdülaziz gibi şerefli insanları da barındıran Emevi iktidarının en büyük günahlarından birisidir Kerbela. Öylesine büyük bir faciadır ki, asırlar geçmesine rağmen o kahredici cinayetin fitilini ateşleyenler, emrini verenler hep nefretle anılmışlardır. Öyle de anılacaklardır.
İktidarda olan 'Yezid' bu nedenle İslam âleminin evlatları tarafından nefret merkezine konulmuştur. İslam âlemi bu nedenle 'Yezid' ismini kimliklerinden, alfabelerinden ebediyen kaldırmışlardır. Bugün İslam beldelerinde 'Yezid' adını bulamazsınız.
Kerbela olayından, düşmanlık kin, nefret, ayrılık değil kardeşliğin gerekliliği mesajı çıkartılmalıdır.
Bu olayda safımız bellidir. Safımız Hz. Hüseyin'in ve ehli beyt'in yanıdır. Yezid ve benzeri kişilerden ise hiç hazzetmedik, etmeyiz de.
Kerbela şehitlerini rahmet ve minnetle anıyoruz. Fatihalarımız, dualarımız baş tacı olan ehli beyt şehitleri üzerine olsun.
Siyasetin, politikanın böyle asil insanların canına kastedecek bir hale gelmemesini temenni ederiz. Çünkü böyle bir cinayeti haklı kılacak hiçbir gerekçe olamaz. Tarih ehli beyt şehitleri hakkında hükmünü vermiştir. İnanıyorum ki ahiretin hükmü de aynen böyle olacaktır.
***
Muharrem ayında oruç
"Haram aylar" olarak adlandırılan aylar dört aydır. İslam'dan önce de Araplar bu dört ayı kutsal bilir ve bu aylarda savaşmazlardı. Bu ayları kutsal sayarlardı.
Bu aylar Zilkade, Zilhicce (hac ayı), Recep ve Muharrem aylarıdır.
İçinde bulunduğumuz bu ayda -Muharrem'de- oruç tutmak Peygamberimiz tarafından tavsiye edilmiştir.
Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Ramazan ayından sonra en faziletli oruç Muharrem ayında tutulan oruçtur. Muharrem Şehrullahtır (Allah'ın ayıdır). Farz namazlardan sonra en faziletli namaz ise geceleyin kılınan namazdır (Müslim, Siyam, 202).
Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde, Ramazan orucu farz kılınmadan önce arkadaşlarına Muharrem orucunu tutmalarını tavsiye etmiştir. Ramazan orucunu emreden ayetler geldikten sonra ise şöyle buyurmuştur:
"Muharrem ayının onuncu günü (aşure günü) Allah'ın günlerinden bir gündür. Artık isteyen o günde oruç tutar, dileyen de tutmaz." (Müslim, Siyam, 117) Böylece Muharrem ayının onuncu günü oruç tutmayı isteğe bırakmıştır.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) 'aşure' günü orucu ile ilgili talimatı ise şöyledir: "Aşureden önceki gün, aşure günü ve aşureden sonraki gün oruç tutunuz." Bu sözüyle de sadece aşure günü -Muharremin onuncu günü- oruç tutmayı mekruh gördüğünü belirtmiş oluyor. O halde Muharrem'in 9, 10 ve 11. günleri oruç tutmak isabetli olur.
***
20 yıllık namazı kaza etti
Büyüklerden bir büyük takva sahibi, Allah'ı iyi bilen temiz yaşayan
ihlaslı bir mümin o düştüğü bir anlık gafletini şöyle anlatıyor:
Ben 20 yıl boyunca camide namazlarımı cemaatle kılmaya gayret ettim; cemaati hiç kaçırmazdım. 20 yıl boyunca da hep namazımı ilk safta kıldım, imamın hemen arkasında bir gün camiye geç kalmıştım. Ezan okunmuştu. Cemaat hocanın arkasında saf olmuşlardı. Ancak kendime ikinci safta yer bulabildim. Namazdayken bir an aklıma şöyle bir duygu geldi. İnsanların önünde mahcup duruma düşeceğim. Bugün ikinci safa düştüm. İnsanlar beni ikinci safta görünce şöyle diyeceklerdir: Bugüne kadar hep birinci safta namaz kıldı. Bugün namaza geç kaldı. Birinci safta yer bulamadı. Yerini kaptırdı. Selam verdikten sonra müthiş bir pişmanlık duydum, kendi kendimden utandım şöyle dedim kendime: Demek ki; bugüne kadar gösteriş ve riya için namaz kılmışım. İnsanların ne diyeceğine bakmışım. Yazıklar olsun bana. İşte bundan dolayı tam 20 yıllık bütün namazlarımı kaza ettim.
***
İbadetlerinizi, niyetlerinizi ve yönelişlerinizi bu Allah dostu gibi teraziye koyabiliyor musunuz? Riya hissettiğinizde tövbe ediyor musunuz? İbadetlerinizin bir gün yüzünüze çarpılacağı endişesi taşıyor musunuz? Şeytan sizi tutsak mı aldı da hatalarınızı hiç görmüyorsunuz. Karar sizin.
Ben bu büyük alimin ruh muhasebesinden kendimce çok ders çıkardım. Aslında tövbelerimizin bile tövbeye muhtaç olduğunu gördüm.
***
Şeytan günahı lezzetli gösterir
İBN Mesud diyor ki; Hz. Peygamber'in (s.a.) yanında oturuyorduk. Adamın birisi kalkıp gitti. Oturanlardan birisi ise giden kişi hakkında kötü söz söyledi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) arkadan konuşan o adama "Git, dişinin arasındaki et parçalarını temizle" buyurdu.
Adam: Neden ötürü dişimi temizleyeyim. Ben et yemedim deyince Hz. Peygamber (s.a.v.) cevap verdi: Sen demin çıkıp giden kardeşinin etini yedin (Taberani, Kebir, 92-100).
***
Bu hadis, çokça içine düştüğümüz bir kusurumuzu anlatıyor. Gıybeti. İmamı Gazali, gıybeti şöyle tanımlıyor: Bir kişinin arkasından, duyduğunda kendisini rahatsız edecek özelliklerini söylemenizdir. Bu ise, kişinin fiziki yapısı, huyu, sözleri veya herhangi bir kusuru ile ilgili olabilir. Fark etmez.
***
İslam alimleri kişinin gıyabında konuşulmasını üç şekilde maddeleştirmiştir.
Gıybet: Kişinin bir ayıbını arkasından söylemendir.
Buhtan (iftira): Kişide olmayan bir hali söylemendir.
İfk (yalanı yayma): Bir kişi hakkında sana ulaşan her sözü yaymandır.
***
Ebu Hureyre (r.a.) der ki: Hz. Peygamber (s.a.v.) bir ara sordu. Gıybet nedir biliyor musunuz? Sahabe dediler ki: Allah ve Peygamberi daha iyi bilir. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle cevap verdi: Kardeşinin arkasından hoşlanmayacağı şekilde anmandır.
Dediler ki: Ama söylediğimiz o ayıp hali zaten o kişide varsa yine de gıybet olur mu?
Şöyle cevap verdiler: Zaten gıybet onda olan bir özelliğini (ayıbını, kusurunu) söylemenizdir.
Aksi takdirde siz ona iftira atmış olursunuz.
***
Gıybeti seviyoruz. Çünkü şeytan gıybeti tatlı gösteriyor. Şeytan günahı lezzetli gösterir. Lezzetli olmasa günaha meyletmeyiz ve işlemeyiz. Bunun için de şeytan günahı süsler. Parlatır. Ulaşılmaz gibi gösterir. İnsanı düşürünce de karşıdan alay etmeye başlar. Günaha giren kişi ise günahı işledikten sonra pişman olur. Dönüş yapmak ister. Tövbe eder. Belki tövbesi de kabul olur ama hayatı boyunca bu günahın manevi pişmanlığıyla yaşar.