Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye hicret ettiğinde Mekkeli her Müslüman ile Medineli her Müslüman arasında kardeşlik bağı kurar. Çağımızda uygulanan "Koruyucu aile" projesinden de çok ileride bir uygulamadır bu.
Böylece; karakteri, geleneği, huyu, yapısı, maddi durumu farklı olan insanlar kucaklaşırlar.
Aradaki ayrı ve gayrilik böylece "sosyal aile" veya "kardeş aile" projesiyle etkisiz kılınır.
Medine'de kısa zamanda öyle bir kardeşlik havası esti ki; insanlar din kardeşini öz kardeşinden daha yakın hissettiler. Din birliği, sözde bir birliğin ötesinde etki alanı buldu. Kendini gösterdi. Pratik hayata yansıdı. Bugünkü gibi savrulmalar yaşanmadı.
İşte, Allah'ın Resulunun kurduğu bu muhteşem dekoru en güzel şekilde süsleyen söz Hz. Ebu Bekir'den (r.a.) duyuldu.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) şöyle diyordu:
"Ya Rabbi! Vücudumu büyüt. Büyüt. Öylesine büyüt ki bütün cehennemi benim vücudum doldursun. Ta ki benden başka hiçbir Müslüman'a yanacak yer kalmasın. Ve hiçbir Müslüman cehennem korkusuyla ibadet etmesin. Sadece senin rızan için ibadet etsin, cehennem korkusuyla değil."
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) kurmaya muvaffak olduğu cemaat böyle bir cemaatti. İsar (başka kardeşini kendisine tercih etme) duygusu onlarda etkindi. Kardeşlik hukuku onlar için, nefsani duyguların, nefsani hukukunda çok ötesindeydi. Kardeşlerini kendilerinden aziz bildiler. Kendileri için değil İslam için ve mümin için yaşadılar. Kısacası bizde olmayan bütün olgunluklar onlarda vardı.
Bugün; Suriye, Mısır, Afganistan, Yemen ve diğer İslam beldelerinde yaşanan kanlı hadiselerin tümünün sebebi bu kardeşlik duygularını yitirmemizdir. Herkes kendi menfaatinin peşinde koşunca yüce Rabbimiz zalimleri üzerimize musallat kıldı. Bunun acısını ise günahsızlar çekmekteler. Var mı acaba ibret alan? Belki ilahi irade bunu soruyor, var mı ibret alan?
***
İslam'ı kim temsil eder?
Bu sorunun cevabı şöyledir. İslam'ı ancak İslam temsil eder. Kuran-ı Kerim, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve sahih sünnet temsil eder. Dört halife dönemindeki uygulamalar, adalet, hakkaniyet, kardeşlik ve temiz duygular temsil eder. O kadar.
Elbette İslam'ı anlatan veya tebliğ eden; herkesin, her grubun, sivil örgütün, alimin, tarikatın, medresenin, ilahiyat fakültesi elemanının, ilahiyatçının, el Ezher gibi güçlü kuruluşların, Diyanet İşleri gibi değerli kurumların, fıkıh konseylerinin, bilimsel ekiplerin netice itibari ile ilim sahibi olan herkesin veya her kuruluşun İslam'la ilgili konuşma hakkı vardır. Vereceği mesaj vardır. Ama bunların hiçbiri son sözü söyleme hakkına sahip değildir. Tek başına temsil hakkına sahip değildir. Tek yetkili değildir. Tartışılmaz değildir.
Hiçbirinin, sözü, fetvası yorumu, bakışı, beyanı İslam'ı bağlamaz. Başkasının sözüne sınır koyamaz. Tek merci benim diyemez. Benden başkasının sözüne itibar etmeyin diyemez. Bunu söylemeleri bir felakettir. Vahyi dondurmaktır. Elbette bu saydıklarımın her biri değerlidir. Kıymetlidir. İtibarlıdır. Kayda değer. Her biri kendi alanında büyük hizmetlerde bulunmuştur. Bulunmaktadır. Ama hiçbiri tek doğru değildir. Tek kaynak değil. Yanılmaz değil. Hatadan ve nefsanilikten arınmış değil. Hiçbirimiz değiliz. Çünkü hepimiz nefis taşıyoruz. Peki, tarihi süreç içinde ve bugün hangi resmi kuruluş veya müessese veya kim İslam'ı temsil eder veya bütün yetkiyi kendinde toplayabilir.
Sadece ve sadece Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sözleri ve uygulamaları. İslam'ı temsilde sadece Kuran-ı Kerim ve sahih sünnet ile Hz. Peygamber'in uygulamaları ve sahabenin içtihatları dışında her görüş yanılabilme ihtimali taşır.
Eğer bunun zıddına karar verirsek ve İslam'ı sadece mesela; el Ezher veya filan alim veya filanca İslam ülkesindeki dini komisyon veya filan tasavvufi kuruluş temsil eder ve hareket planını, yol haritasını çizer ve kimin sözüne itibar edilip edilmeyeceğine sadece şunlar karar verir dersek; işte o zaman bu dine en büyük zararı vermiş oluruz. Yüce Allah'ın bütün çağlara ve bütün zihniyetlere cevap niteliğinde olan vahyini bir havuzda dondurmuş oluruz.
Yüce Rabbimize hamdolsun ki içtihat kapısı ehil olanlar için açık bırakılmış, bir ruhban sınıfına müsaade edilmemiş. Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) uygulamalarının (ehlisünnet=yani dört halife uygulaması) ruhuna uygun olan bütün yorumlara kapı açık bırakılmıştır.
Eğer sadece şu kuruluşun, şu alimler grubunun, şu tasavvufi harekatın, şu grubun veya sadece şu müessesenin sözüne itibar edilir denilirse veya denilmiş olsaydı hepimiz hakkımızda iman ve küfür arasındaki konumumuzu belirleyecek bir yapının meşruiyetine imza atmış olurduk. Rabbim bizi bundan korusun.
Elbette tasavvufun, İmamı Azam ve imamı Şafii gibi fıkıh mezheplerinin, imam Maturidi veya imam Eşari gibi akait ulemasının, tarih boyunca ve bugün de İslam'a hizmet eden ilmi grupların ile cemaatlerinin İslam'a büyük hizmetleri vardır. Katkıları vardır. Bunları yok saymak veya küçük görmek değil maksadım. Maksadım dinde tekelleşmeye müsaade etmenin bir felaket olacağını belirtmektir.
***
Müslüman her habere temkinli yaklaşır
Hucurat suresinin 6. ayeti müminler arasındaki ilişkileri kurmakta temkin içeren ayetlerin başında gelir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Eğer fasıkın (günah işlemekten pek de rahatsız olmayan) biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa gerçeği bilmeyerek birtakım kimselere karşı fenalık eder sonra yaptığınıza pişman olursunuz."
Çağımızda fasıklar, zalimler, kötüler, şer odakları her yere ulaşabiliyor. Yalan kâr ediyor. Samimiyet geçer akçe değil. İnsanları birbirine vurdurup aradan sıyrılma bir şark kurnazlığıyla altın çağını yaşıyor. İyilerin kavga etmesi kötülere yarıyor. Birlik ve kardeşlik zedeleniyor. İnsanlar birbirleriyle meşgulken şer olanlar güçlü ve zinde kalıyor.
İyiler aralarına konulmuş nifakı aşamadıkları için de fasıkların taşıdıkları haberlerle iş yapıyorlar. Fasık ise yalan haber taşıyor. Zaten fasık. İşi bu. Sermayesi bu. Kurgusu bu. Hammaddesi nifak. Tomurcuk açacak toprağı nifakla harmanlanmış.
Hz. Peygamber'e (s.a.v.) zamanında böyle yanlış bir haber getiriliyor. Bir anda sahabe, dine bağlı diğer bir Müslüman grup üzerine yürürken olayın içinde başka işlerin olduğu ortaya çıkıyor. Ve savaştan dönülüyor. Kılıçların çekilmesine ramak kalmışken büyük bir felaketten dönülüyor. Kan dökülmüyor. İrade zayıflamıyor. Müminler akılla hareket edip birbirlerini harcamaktan vazgeçiyorlar.
İşte bunun üzerine Hucurat Suresi'nin 6. ayeti inip her çağın müminleri "Yalan ve dolana, tezgâh içeren manipülasyonlara karşı zinde kalmaya davet ediliyor."
Kuran-ı Kerim'in sadece bir ayetinin bile ne kadar aziz olduğunu, ne kadar büyük değer taşıdığını anlamak için bu örnek güzel bir örnektir.
Değişen bir şey yok. Yine fasıklar var. Yine yalan dolan var. Yine müminlerin birbirlerine düşman edilmeleri için yalan haber taşıyanlar var. Ve ne büyük rahmet ki yine Hucurat Suresi'nin 6. ayeti var.
"Bir fasık haber getirirse araştırınız."
"Bir fasık haber getirirse araştırınız." O halde toplum olarak, halk olarak birbirimize daha bir sarılmalıyız. İnanan veya inanmayan farkı gözetmeksizin safları sıkılaştırmalıyız. Olaylara olabildiğince temkinli yaklaşmalıyız. Çünkü yıkmak kolay yapmak ise zordur.