Hayatta herkese Hz. Ebu Bekir (r.a.) gibi bir dost lazımdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) için Hz. Ebu Bekir sadece bir dost değildi. Sağ koluydu, yardımcısıydı, sırdaşıydı, arkadaşıydı, yol arkadaşıydı, korumasıydı, vefa abidesiydi, sadıktı, sıddıktı.
Zor zamanda yanınızda bir Hz. Ebu Bekir istiyorsanız; rahat zamanınızda Hz. Ebu Bekir gibi dostlar edineceksiniz. Edineceksiniz ki zor zamanınızda yanınızda olsunlar. Ayrı-gayri düşmesinler. Sizi bırakmasınlar. Yaban düşmesinler. Gayriyi size tercih etmesinler. Sizin sıkıntılı dönemlerinizde üstünüze abananlara duvar olsunlar.
Zor zamanda dostunuzu terk etmemeniz için de Hz. Ebu Bekir (r.a.) gibi bir yürek taşımanız lazım. Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir gibi yol arkadaşı bulanlar, omuz omuza verdiler mi ağyar Ebu Cehil olsa, Firavun olsa ne zarar verebilir ki...
Madem ki Müslümanız, madem ki imanımız var, madem ki Yüce Allah'a verilmiş bir ahdimiz var, madem ki Yüce Kur'an'a tutunmuşuz; ölçülerimiz, yolumuz Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ölçüleri olmalıdır. O'nun ve dostlarının ahlakıyla ahlaklanmalıyız.
Peki Hz. Ebu Bekir (r.a.) nasıl bir dosttu. İşte birkaç satırla Allah'ın Resulünü (s.a.v.) zor günde terk etmeyen Hz. Ebu Bekir'in ahlakı.
***
Mekke'nin fethi günüdür. Hz. Ebu Bekir'in babası Ebu Kuhafe -saçı sakalı ağarmış, gözlerini yitirmiş bir ihtiyar- Müslüman olmak ister. Hz. Ebu Bekir babasının ellerinden tutup Peygamberimizin yanına getirir. Peygamberimiz, ihtiyarın yürüyerek geldiğini görünce, Hz. Ebu Bekir'e şöyle buyurur: "Ebu Bekir! İhtiyarı yormasaydın. Biz Ona giderdik." Hz. Ebu Bekir (r.a.); "hayır ey Allah'ın Resulü. O senin ayağına gelmeli cevabını verir. Biraz sonra Hz. Ebu Kuhafe, Kelime-i Şahadet getirir. Müslüman olur. Manzarayı seyreden Hz. Ebu Bekir'i bir ağlama tutar. Hıçkırmaktadır. Sarsıla sarsıla ağlamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.) "Ebu Bekir bugün ağlama günü değil. Sevinmen lazım" dediğinde Hz. Ebu Bekir bugün bile bizleri derinden sarsan şu cevabı verir. "Benim gözyaşlarım buna değildir. Babam Müslüman olunca şunu hatırladım. Ben yıllarca babamın Müslüman olması için dua ettim siz de amcanız Ebu Talip'in Müslüman olması için dua ediyordunuz. Amcanız -açıkça ilan ederek- Müslüman olmadı. Duanız cevap bulmadı. Ama bugün benim duam ise cevap buldu. Ben bugün sevindim. Siz o gün üzülmüştünüz. Amcanız Müslüman olmadan öldüğü için. Şimdi kendi kendime dedim ki, keşke benim duam kabul olacağına, sizin duanız kabul olsaydı. Keşke babam Müslüman olacağına, amcanız Müslüman olsaydı. Keşke ben sevineceğime, siz sevinseydiniz. Benim gözyaşlarım işte bunadır."
Hz. Ebu Bekir olmak ne kadar zor değil mi! Dostun sevdiğini, kendi sevdiğine tercih etmek ne kadar ağır bir karar değil mi?
***
Sevr mağarasındalar. Mekkelilerden korunmak için mağaraya gizlenirler. Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) Mekkeliler mağaranın kapısına kadar gelirler. Bir eğilseler ikisini de görecekler. Hz. Peygamber'i (s.a.v.) infaz etme kararı almışlardır. O an, Hz. Ebu Bekir, dostuna zarar gelecek diye endişelenir. Hz. Peygamber dostunu sakinleştirir. 'Korkma. Allah bizimledir' buyurur. Kur'an-ı Kerim bu anı anlatarak ölümsüzleştirir. "Hani o ikisi mağaradaydılar da, hani o dostuna mahzun olma. Allah bizimle beraberdir demişti" (Tevbe Suresi, 40.ayet)
Yüce Rabbimiz dostun dostluğunu, arkadaşın arkadaşlığını ilan ediyor. O Peygamberimize dost ve arkadaştı diyor. Hani böyle bir dost? Hani kendisi için değil, sizin için yanan dost? Hani Yüce Allah tarafından dostluğu onaylanmış dost!
***
Mekkeli yıllardır. Müslümanlar azdır. Zulüm ve baskı altındalar. Bir gün Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Kâbe'nin avlusunda öldürülmek üzere olduğu haberi gelir. Hakikaten Peygamberimizin mübarek yüzünün hırpalandığı, topuklarının kanadığı çetin bir gündür. Hiç kimse yardıma koşamıyor. Hz. Ali (r.a.) O anı anlatırken, "hepimiz donakalmıştık" diyor. Hz. Ebu Bekir bunu duymuş. Evinden fırlar. Ayakkabısını bile giymeden Kâbe'nin avlusuna girer. O kavgasız ve sakin vücudundan beklenmeyecek bir kuvvetle ortalığı dağıtır. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) üstüne kapaklanır. Abanır. Tekmeleri kendi vücuduna çeker. Öyle darbeler alır ki, 3 gün sonra ancak ayılır. İlk sözü "dostum nasıldır" olur. Su verirler içmez, yarasını silmek için bez sürmek isterler reddeder. Uzan derler, uzanmaz. "Vallahi Hz. Peygamber'i görmeden tek damla su içmeyeceğim" der. Ayaklarını yerde sürükleyerek Hz. Peygamber'e götürürler. İki dost birbirlerine sarılırlar. Ancak o zaman rahatlar. Bu hadiseyi anlatan Hz. Ali (r.a.) öyle der: "Ben hayatımda Hz. Ebu Bekir'den daha cesur adam görmedim." Var mı böyle bir dostunuz? Makam, mevki, para, pul, ikbal, gelecek, menfaat, dünyalık velhasılı bir beklentisi olmadan size kalkan olacak bir dostunuz var mı? Var diyorsanız; test etme elinizdedir. Hele bir imkânı, dünyalığı, makam ve mevkiyi alın ve bakın! Sadık bir dost olarak mı kalır, yoksa kuyunuzu kazan eski bir dost mu olur?
***
Hz. Peygamber (s.a.v.) hastadır. Son günleridir. Mescide minbere çıkar. Medine halkı O'nu dinlemek için camiye doluşurlar. Şöyle buyurur: "Mescidden odama girecek bütün kapıları kapatın. Ebu Bekir'in kapısı hariç. O kapıyı hep açık tutun. (Buhari, hd. 467)
***
Hz. Ebu Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) arasında ufak bir problem olur. Her arkadaş arasında olabilecek bir problem. Bunu duyunca Resulullah'ın (s.a.v.) yüzü gerilir. Sahabeye yönelerek şöyle buyurur. "Siz beni yalanlıyorken o beni doğruladı. Malıyla İslam'a hizmet etti. Dostumu bana bırakın!"
***
Hz. Peygamber'in vefatından sonradır. Hz. Ebu Bekir (r.a.) halifedir. Halife günden güne zayıflamaktadır. Bitkinleşir. Sararır. Hz. Aişe sorar babasına. Neyin var baba. Cevap çok açık ve nettir: "Kızım Resulullah'ın vefatından sonra ben kendimde hiç olamadım. O'ndan ayrılığa dayanamıyorum. Resulullah'tan ayrılık beni zayıflattı." Var mı böyle bir can arkadaşınız, bir dostunuz.
Bir Hz. Ebu Bekir'iniz var mı?
Size sırt çevirmeyecek, size hep yar olacak, sizi ağyara yem etmeyecek, sıkıştığınızda size pervane olacak, üstünüze yağacak oklara vücudunu siper edecek bir Hz. Ebu Bekir'iniz var mı? Uykudan sıçradığınızda yatağınızın başucunda "ben buradayım" diyecek bir Hz. Ebu Bekir'iniz var mı? Bütün dünya üstüne çullansa "önce beni ezin sonra dostuma ilişin" diyecek bir Hz. Ebu Bekir'iniz var mı? "Bana gelecek bütün kapıları kapatın, sadece onun kapısı açık olsun" diyeceğiniz bir Hz. Ebu Bekir'iniz var mı?
Bence çoğunuzun yoktur. Yoktur çünkü Hz. Ebu Bekir sandıklarınız sadık, sıddık, dost, yürek, gönül olmaktan çok uzaktır. Kötü gün yaşamadığınız için size yakın olanların yarın ne olacağını bilmiyorsunuz. Mesela, benim böyle bir dostum yoktur. Olmadığının farkındayım ama. Hz. Ebu Bekir gibi yakın ve sadık bir dostum olmadı. Olduğunu sandıklarımın Ebu Bekir olmadıklarını gördüm. Belki de ben bir Ebu Bekir bulmaya layık değildim.
Peki, madem ki Hz. Ebu Bekir gibi bir sadık yok çevremizde, ne yapacağız? Yapmamız gereken nedir? Buna cevabım şudur: Yüce Allah'ı yar ve O'nun Peygamberini yaren kabul etmemiz lazım. Oraya sığınacaksınız. Himmetiniz orası olacak. Kapınız orası olacak. Bütün kapıları kapatın, sadece Yüce Allah'a ve O'nun Peygamberine açılacak kapıyı aralık tutun. Sadece Yüce Allah'a açılacak kapıyı...